EN İYİSİ: “TUTANIN ELİNDE KALSIN…” MI?

Hasan KAHVECİOĞLU
04 Ağustos 2015 Salı 18:01
Adamda müthiş bir enerji var… Konuşurken, neredeyse yerinde duramıyor… Bilindik geleneksel “diplomat” tavrındaki gibi, kelimeleri tane tane seçmek ve ürkeklikle konuşmak yerine; üzerlerine basa basa ve “net” konuşuyor… “Ey Kıbrıslı Türkler ile Rumlar, liderleriniz sizden destek bekliyor, teşvik bekliyor, onları cesaretlendiriniz” diyor… “Kıbrıs’ın tarihini değiştirecek olan bu iki lider, sizlerden taze fikirler istiyor, doğru bir iş yapmakta olduklarını onlara hissettiriniz” diyor… “Kısa zamanda büyük işler başarıldı, ama yürünecek daha çok uzun bir yol var” diyor… “2015-16’da bir anayasa yazmaya hazırlıklı olun” diyor… Ve ekliyor: “Bu iş, politikacıların eline bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir”… Kısacası; BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel danışmanı Espen Barth Eide, Limasol’da, benim de konuşmacı olduğum OPEK derneğinin düzenlediği panelde, salonu hıncahınç dolduran Limasollulara; iki toplumun sürece daha aktif katılımı için çağrı yapıyor ve Kıbrıslıların daha çok ses vermesini istiyor… Neden mi? Çünkü beklenmedik biçimde, sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi, özelde “mülkiyet” ama genelde “görüşmeler”de varılan uzlaşıları sabote etmeye yönelik bir “kampanya” başlatıldı… İçi geçmiş “şahin”ler, Kıbrıs’ta çözüm istemeyen “statükocu”lar, 51 yıldır bal tutup parmak yalayanlar, ganimet ekonomisinden nemalananlar, ayağa kalktı ve büyük bir yaygara kopardı… Sosyal medya patladı… Gazetelerin ve televizyonların bir bölümü “vatan elden gidiyor” naraları ile çalkalandı… Konu, Türkiye televizyonlarına bile taşındı… Tabii Rum tarafında da durum farklı değil… Orada da tam bir “vahşi red cephesi” oluştu… DİKO, EDEK, Yeşiller, Yurttaşlar Hareketi gibi küçük partiler ortalığı “velveleye” verdiler… Oysa durum son derecede net… Mülkiyet konusunda ciddi bir ilerleme sağlandı… Bireylerin “Mülkiyet hakkı”na saygı gösterileceği ortak anlayışına varıldı… Bu; Türk tarafının politikalarında önemli bir “değişim”di… Ama müthiş bir de “kazanım”ı içeriyordu. Bireyin mülkiyet hakkı olacak ama; hem orijinal mal sahibinin, hem de şimdiki kullanıcının hakları olacak… Rum tarafı; iade, takas ve tazminatta yalnızca mal sahibinin “belirleyici” olmasını talep ediyordu. Şimdiki kullanıcıya hiçbir söz hakkı tanımıyordu. Rum “çözüm karşıtları” elbette bu yeni parametreden pek memnun olmadılar ve “yerleşikler”e meşruiyet kazandırılacağı iddiasıyla Anastasiades’i topa tuttular. Türk “çözüm karşıtları” ise, “tutanın elinde kalsın” istiyorlar… Bu yüzden onlar da memnun değiller… “Mal canın yongasıdır”ı da iyi bildikleri için; avazları çıktığı kadar bağırıyorlar… Bir göz Rum evinde oturan güneyli göçmenin bile kafasını karıştırıyorlar… Oysa sesi çıkmayan, mikrofona yakın olmayan bu tür insanlar, 2004’lerde Rum mal sahipleri gelip kapılarını çaldığında “Eviniz sizindir, buyurun gelin” demişler ve büyük bir insanlık kalibresi sergilemişlerdi… Bunca tartışmanın ardından öyle anlaşılıyor ki, bu yeni dönem pek “sancılı” geçecek… “Çözüm isterim” demenin “içi boş” bir fantaziden ibaret olmadığı anlaşılacak… Bunu gerçekten isteyenler, karşı tarafın da “hakları”na saygı göstermesi gerektiğini kabul etmek zorundadır… Hatta 1963’ten beri doğru dürüst bir “devlet”i olmayan Kıbrıslı Türkler, yalnızca uluslararası hukuğun içine girmek için bile bazı konularda daha “esnek” davranmayı içlerine sindirmelidirler… Bir de şu var: Kıbrıs sorununda bugüne kadar oluşturulmuş “politikalar” üzerinden Akıncı’ya ve ekibine “Türk tarafının tutumu bu değildi” diyerek eleştiri getirmenin hiçbir haklı gerekçesi yoktur… Yılların bu “politikalar”ı elbette Kuran hükmü değildir… Şimdi yepyeni bir anlayış ve iddia ile gelen farklı bir lider ve farklı bir ekip var… Yılların “ezber”lerini bozmaları kadar doğal bir şey olamaz… Kıbrıs sorununda eski politikacıların savundukları, en azından bir “güncelleme”ye tabi tutulacak ve masaya yeni, parlak yaratıcı fikirler sunulacaktır. Yapılan da zaten bundan başka bir şey değildir… Bizim gerçek ihtiyacımız bir “dünya toplumu” olmaktır… Dünya liginde bir yer edinmektir. Uluslararası hukuğun içinde yer almaktır. Bunu başarmak zorundayız. Böylesine bir “hak” elde ederken, bir AB devletinin paydaşlarından biri olurken, elbette “savaş kazanımları”nın üzerine yatanların “gailesi”ni bir kenara bırakabilmeliyiz. Tabii ki bu dönem “sancılı” olacak… Tabii ki “rahatı” kaçanlar olacak… Bunu kabul etmeden “çözüm isterim” demek, fantaziden başka bir şey değildir. Hele arkasından AB’nin AKİ’si kuzeye de gelince, asıl papara o zaman kopacak… Madem ki AB’nin değerlerine ve prensiplerine uymak istiyoruz bunu “lafla” yapmak mümkün değildir. Kimse çözümden ve AB’den soğutulamaz… Çözümden ve AB’den korkanlar elbette vardır ve olacaktır… Bunların önemli bir bölümü “statüko”da bir eli yağda, bir eli balda olanlardır… Hem Türk tarafında, hem de Rum tarafında… Eide’nin söyledikleri çok yerindedir ve “kulağımıza küpe” olmalıdır…
![]()
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.