24 Kasım 2024
  • Lefkoşa14°C
  • Mağusa14°C
  • Girne16°C
  • Güzelyurt12°C
  • İskele14°C
  • İstanbul8°C
  • Ankara2°C

VİTRİNDEKİ SEÇİMLİKLER

Ediz TUNCEL

20 Ekim 2017 Cuma 08:49

UBP-CTP ikilisinin danışıklı dövüşle aldığı baskın erken seçim kararı inanın beni hiç mi şaşırtmadı, üstelik de bu konuyu gündeme gelmeden sadece birkaç gün önce gündemi yakından takip eden arkadaşlarla konuşmuşken…

DP istemese de UBP’nin baskın bir erken seçime girmesi ve herkesi hazırlıksız halde bir seçim sürecine sürüklemesi, yaşanacak kaostan da bulanık suda balık avlar misali rant elde etmeye çalışması pek akıllıca olmasa da ihtimaller dahilindedir dedik…

Akıllıca olanın da Mart-Nisan gibi erken genel seçime gidilmesi olacağını dile getirdik, ama sonuç beklendiği gibi akıllıca olan olmadı, belli ki “baskın basanındır, kavga ilk vuranındır” mantığı ön plana çıktı…

Bizimki gibi “allem gallem Mansura” zihniyetiyle yönetilen devletlerde de aslında beklenen budur, tüm siyasi yaklaşımlarda ve siyaseten yapılanlarda akılcılık değil, fırsatçılık yapılması beklenmelidir.

Madem erken seçim kapıda, şimdi bu erken seçimin vitrindeki seçimlik aktörlerine bakalım.

UBP genel başkanı ve şu andaki Başbakan Hüseyin Özgürgün’den başlayalım…

İrsen Küçük hükümeti döneminde yaşanan ve 3,5 sene süren, ülkeyi de 35 sene geriye götüren kaosun baş aktörlerinden ve sorumlularından birisi…

UBP’yi yeniden yapılanmaya götürdü ve delege sisteminden üye sistemine geçildi, iyi de oldu aslında.

Ancak üyelik sistemine geçildikten ve üyelerin tümünü de kendisi belirledikten sonra 2015 yılında UBP’yi bir kurultaya götürdü ve genel başkanlık yarışında Ersin Tatar ile yarıştı, kendi belirlediği üyelerin 44%ü kendisine karşı oy kullandı, Ersin Tatar’ı destekledi, daha başından partinin nerdeyse yarı üyesi kendisine karşı güvensizlik belirtti…

CTP ile koalisyona girdi, her fırsatta AKP’ye karşı hayranlığını dile getiren ama kendi deyimleriyle AKP’nin darbesine maruz kalan ve ihanete uğradığı zannıyla dövüm dövüm dövünen “zavallı” CTP’yi kapı dışarı etti, DP ile koalisyon kurdu, Başbakanlık koltuğuna oturdu…

UBP-DP koalisyonunun daha başından iki parti arasındaki gidişat dostlar alışverişte görsün moduna girdi, herkes bildiğini okumaya ve birbirinin ayağının altına sabun atmaya başladı, skandallar birbirini kovaladı, Serdar Denktaş gölge Başbakan rolüne soyundu, hükümeti nerdeyse tek elden idare etmeye başladı…

Bu gidişata Hüseyin Özgürgün sessiz kalsa da, UBP tabanı ciddi rahatsızlık hissetmeye başladı ve günün sonunda Hüseyin Özgürgün’ün liderliğine karşı parti içindeki tepkiler de giderek arttı, hatta o kadar arttı ki olası bir genel seçimde tıpkı İrsen Küçük gibi parti içi “ayarlamalarla” sandığa gömülmesi bile sessiz ve derinden hesaplanmaya başladı…

CTP ile danışıklı bir dövüşle baskın erken seçim hesapları yapması da partinin tabanındaki ve tavanındaki bazı kesimlerce pek de hoş karşılanmadı.

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman’a gelince…

Tufan Erhürman CTP tabanının geneli tarafından sevilse de, parti içindeki çıkar odaklarının güç çatışmasını dengeleme çabaları neticesinde danışıklı dövüşle ve rakipsiz, seçimsiz parti başkanlığına getirilmesi partinin demokrasi savunucuları tarafından hiç de hoş karşılanmadı, “ısmarlama genel başkan” pozisyonu eğreti durdu.

Dahası, UBP-DP koalisyonunda atı alan Üsküdar’ı geçerken ve bildiğini okurken, dahası, UBP-DP koalisyonu ülkeyi kaotik bir ortama sürüklerken Tufan Erhürman parti tabanının beklediği çıkışları ve muhalefet görevini beklendiği gibi yerine getiremedi, aylarca mehtapta kürek çeker modunda gitti, CTP de en büyük parti olarak, ama muhalefete mahkum edilmiş bir parti olarak, gereken muhalefeti ortaya koymadı, hesaplaşmaya girişmedi…

Meclis’in açılmasıyla ortalık biraz canlandı ve Tufan Erhürman da üzerine düşeni yapmaya başladı, amma ve lakin, parti tabanı ve halkın geneli bundan da memnun değil, çünkü iş işten geçti…

Dahası, geçmişte CTP tarafından verilen sözlerin hiçbirinin tutulmamış olması, tam aksine, verilen sözlerin tam aksinin yapılması da halk ve CTP tabanının geneli tarafından unutulmayınca, erken genel seçim konusunda UBP tayfasıyla danışıklı dövüş manzarası da ortaya çıkınca,  şimdilerde “ısmarlama başkan” pozisyonunda olan Tufan Erhürman’a da gereken mesajın sandıkta verilmesi hesapları yapılmaya başlandı…

Mesajın özü Tufan Erhürman’ın sandığa tamamen gömülmesi hesabı değil, ama bir taraftan demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yaparken diğer taraftan her türlü alavera ve dalaveraya da geçit veren, parti içi güç çatışmalarında herşey mübahtır, hatta ısmarlama başkan yaratılması bile mübahtır manzarası sergileyen bir parti görünümünün artık ne halk ne de parti tabanı tarafından kabul edilemez olduğunu hatırlatacak bir mesaj olacaktır…

Ancak halk, artık eski halk değil, körü körüne birşeylerin beklentisiyle sandığa gidip de oy vermiyor, artık geçmişi de sorguluyor ve CTP’ye karşı da geçmişte duyulan sempati filan artık yok…

Bu da CTP’yi parti olarak zora sokacak, geçmişte zaman zaman yaşadığı hezimetlerin bir tanesini daha yaşamasına büyük ihtimalle vesile olacaktır.

Ve Kudret Özersay…

Memleketi düzelteceğim diye meydana fırlayan bu muhteremin çok ama çok ilginç bir geçmişi var…

Bir şekilde Denktaş zamanında Cumhurbaşkanlığı’na kapağı attı.

Akıncı zamanı’na kadar da orada kalmayı becerdi, sözde Kıbrıs Türkü’nün haklarını savunmak adına Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun özel görüşmecisi rolüyle Rumlarla bol bol görüştü…

Eroğlu ve İrsen Küçük arasında sular ısınmaya başlayınca birden bire ortaya Toparlanıyoruz diye bir hareket çıkardı, bol bol bu “boş balonun” şişirilmesiyle medyayı işgal etti, bel altından İrsen Küçük hükümetine saldırdı, durdu…

Peki ama, saldırdı da ne yaptı!!! Milyon kez çeşitli kesimlerce yapılan eleştirileri derledi, topladı, sanki ilk kez kendi icat etmiş gibi salladı durdu, milyon kez gelen giden hükümetlere yapılan eleştirileri bir de kendisi yaptı, büyük marifet sergiledi…

Her ne hikmetse, yaptığı bütün çıkışlar ve eleştiriler “ne şiş yansın ne kebap, sadece dostlar alışverişte görsün, eleştirilerim günün sonunda benim rantıma zarar vermesin” modundaydı hep, hala da öyle…

“Yoldan çıkınca” Derviş Eroğlu da bunu farkedince, Derviş Bey bunu Saray’dan kovdu…

Ancak “AKP’nin gözdesi” Saray’dan gidince, AKP fena işkillendi ve Derviş Bey’e yapılan baskılar sonucunda bu “kıymetli ve eşi benzeri bulunmaz muhterem” Saray’a geri döndü, Rumlarla “maskaralık” yapmaya devam etti, AKP de gidişattan gayet memnun kaldı…

Amma ve lakin, ayak izlerinden gittiği ustalarından da birşeyler kaptı bu AKP’nin kıymetlisi…

Aday olmayacağım dedi, arkasına AKP’yi alarak Cumhurbaşkanlığı’na aday oldu, destek mühim mi mühim geldi doğrusu!!!

FETÖ çukuruna fena bulaşmış ve foyası ortaya çıktıktan sonra durumu kurtarmak için “bana ahmak diyebilirsiniz” diyen Bülent Arınç, hin hin gülerek KKTC Cumhurbaşkanlığı adayları içinde bir tanesini desteklediklerini ama adını açık açık söyleyemeyeceğini söyleyiverdi, arkasından da AKP kurmayları bu muhtereme destek için KKTC’de köşe bucak dolanmaya başladı…

UBP ve CTP tayfasına “bu konuda ne diyorsunuz, neden bir açıklama yapmıyorsunuz, bu iş fena koktu, artık ağzınızı açsanız da hesap sorsanız, ne diye korkuyorsunuz” diye sorduğumuzda aldığımız cevap “AKP ile aramızı bozmak istemiyoruz” şeklinde oldu, verdiğimiz cevap ise “Madem AKP bunu bir şekilde destekliyor, sizinle arasını zaten bozmuştur, daha ne!!!” şeklinde oldu…

Velhasıl kelam, alemin akıllısı bunlar, alemin ahmağı da biz ya, filmi seyre durduk.

Sonuçta CTP hükümetten kovuldu, Derviş Bey seçimi kaybetti, kaybettirildi…

Nasıl mı?

Kudret Özersay’ın aday çıkışıyla Derviş Bey’in oy potansiyeli tehlikeye girdi, bazı belediye başkanlarının da Kudret Özersay’ı desteklemesi için ayartılmasıyla Derviş Bey’in birinci raundda yapabileceği gövde gösterisi engellendi, ikinci raunda zayıf başlaması sağlandı…

Böylece “aday olmayacağım” palavrasına rağmen aday olan muhteremin sayesinde dengeler değiştirildi, Bülent’in gönlündeki aday kazanmasa da gönüllerinde olmayan aday olan Eroğlu kaybetti, kaybettirildi…

Bildik taktik işte, ne yapalım yani!

Kabahat bizde, hala alışamadık…

Sonrasına gelelim, vallah billah modunda parti kurmayacağım diye sallayıp duran bu vatandaş, birden bire parti kurmaya karar verdi, bizim memlekette siyaset eşittir fırıldaklık ya,  kurdu da…

Kurdu kuralı da one-man-show yapmaktan hiç geri durmadı, kurduğu parti adına kendi çaldı kendi söyledi, ne şiş yansın ne kebap modunda eleştirilerine devam etti, ancak ve ancak, hayatının hiçbir döneminde ağzından AKP’nin hatalı Kıbrıs ve KKTC politikilarını eleştiren bir tek kelime, bir tek yorum çıkmadı…

Dahası, ağzından AB ve ABD’nin bölgedeki akıl almaz ve ortalığı kan gölüne döndüren politikalarını da eleştiren bir tek kelime çıkmadı…

Ülkeyi bir rant cennetine çeviren kumarhane mayfasına, pezevenklere, uyuşturucu baronlarına, ite kopuğa karşı da tek kelime etmedi…

Cesurluğunu gücü yettiğine karşı kullandı hep…

Bir taraftan doğrucu Davut kesildi, diğer taraftan söylediklerinin tam tersini yaptı, işi başından sağlama aldı, nasılsa bizim millet söylediğinin tam tersini yapana prim veriyor ya!!!

Aradan epeyce zaman geçtikten sonra Derviş Bey, belli ki bazı konularda yüreği yanık kaldı, isim vermeden ama hedef de göstererek,  imalı bir eleştiride bulundu, hepsi o kadar…

Şimdi, gücü sadece yettiğine laf yetiştiren bu muhterem vatandaş iktidar istiyor, hem de tek başına, iddiası da memleketi düzeltecekmiş!!!

Temiz toplum yaratacakmış!

Yaratacakmış da, toplumun nesi kirli, esasında kim kirli, nasıl bir tür kirdir bu, kendisi ne kadar temiz ki bu toplumu kirli görüyor ve temizlemeye soyunuyor, kiri temizlemek söylediğinin tam tersini yapmak mıdır, ne şiş yansın ne kebap modunda milyon kere yapılmış eleştiriyi bir daha, ama ağababalarını ürkütmeden yapmak mıdır,  güdümlü siyaset yapmak mıdır, bunları da bir açıklasa da anlasak!!!

Öğretilmiş çaresizlik hikayesi var ya!

Hani insana yüz defa sen bir halta yaramazsın dersin, o da yüz defa aynı şeyi duyunca artık bilinç altından gerçekten bir halta yaramadığına inanmaya başlar, böylece kendi potansiyelini unutur,  sonra da insana seni ben düzelteceğim dersin,  o da benlik altına sokulan “öğrendiği çaresizlikle” arkandan gelir, artık ip boynundadır, istediğin yere sürersin…

İşte bu “temizlikçi” muhteremin temiz toplum yaratma politikasının temeli da tam da böyle birşey, özetle!

İşin tuhafı, çok yakından tanıdığım bazı idealist dostlarımı da teline sardı, ve yine işin tuhafı, bu idealist insanların hiçbiri, bir şekilde teline sarılmasına rağmen, bu muhterem “temizlikçiye” güven duymuyor, duyamıyor…

Velhasıl kelam, özetle,  toplum kirliymiş, her dediğinin tersini yapan bu muhteremin kendisi de temizmiş, bu haliyle de topluma temizlik öğretecekmiş!

Bari hangi tür temizlik malzemesi kullanacağını da rahmetli neneme sorsun, o en iyisini bilir, muhtemelen kendisine “öyle temizleycem diyerek herkesin aklıyla alay  etme, lafla temizlik olmaz yavrum, “Omo” filan kullan, biraz da çamaşır suyu kat a yavrum, al eline mopu, önce girdiğin çamurla birlikte bastığın ve kirlettiğin yerleri temizle, sonra da alay ettiğin halkın aklında kendini temizle de görelim”  diyecektir!

Gelelim Serdar Denktaş’a…

İşin doğrusu, artık kendi partisi içinde bile kendine sadık kalan son adamları da hem parti yönetiminde hem de iktidar koltuğunda otururken izlediği taktiklerden dolayı kendisinden bıktı usandı…

Elini eteğini herşeyden çekmiş eski bir DP’linin deyimiyle, balonu söndü de hala farkında değil.

Ya da farkında, ama bilmemezliğe geliyor. 

Kendine duyulan güveni ve sempatiyi yerler bir etme konusunda doğrusu büyük başarı gösterdi.

Dingili kopmuş memlekette sayısını bilmediği nüfusa inatla rant uğruna nüfus katma çabası da bardağı taşıran son damla oldu, Kıbrıs Türkü nezdinde siyasi hayatının sonunu getirdi, günü geldiğinde elinde tuttuğu iktidar adlı iki ucu keskin bıçağın eninde sonunda ellerini keseceğini ve halk tarafından evine yollandığında, ardından adının hiç de iyi şekilde anılmayacağını esefle görecektir…

Ektiğini biçme, ettiğini bulma dünyası bu dünya, ne diyelim…

Gelelim Cemal Özyiğit’e…

Biçare Cemal Hoca, ne yapsın, ayağının altındaki sabunlarla uğraşıyor, kaymadan, düşmeden yürümeye çalışıyor…

Yahu aç ağzını yum gözünü, ver veriştir, arada bir veriştirmekle olmaz, artık şahlan, daha ne duruyorsun dedik…

Yahu dedi, bu millet artık bu kadar şeyi gördükten sonra akıl koyacaksa, eğriyi doğruyu ayırt edecekse,  doğrusunu yapacaksa yapar, bunları çöpe atacaksa atar, aksi takdirde 43 senedir fırıldaklıkta ustalığı kimselere kaptırmayan kaşarlanmışlara bir cila da biz çeksek ne yazar!!!

İyi ama, Hocam, manzara buyken senin sadece halkın yargılarına ve değerlerine hiçbir şey katmadan oturup seyretmen ne kadar doğru, dedik…

Bunu ben değil, halkın aklıyla alay etmeyi alışkanlık haline getirenler düşünsün, kim kimin aklını başına getirecek, sandıkta halk gösterecek dedi…

Hade bakalım, bir da burdan yak şimdi!

Peki ya anketler…

Dedemin anketinin sonucuna göre “temizlikçinin partisi” 45%lerde filan gösteriyor, bizim Lefkeli Hüseyin Özgürgün’ün başında olduğu UBP ise açık ara önde, 65%lerde filan gösteriyor…

CTP’ye gelince, 64%lerde gösteriyor, UBP ile atbaşı gidiyor…

DP’ye gelince, 43% ile fena değil…

TDP’ye gelince, vallahi söylemem, Cemal Hoca dedeme anket manisini ödemedi, sonucu da beğenmezse kızar sonra…

Ya ötekiler, Erhan Hoca, Çakıcı filan!

Vallahi onlara yer kalmadı, editor gene bana kızacak…

Hem çaktırmayın meseleyi, dedemin “Bol Keseden Atma Tutma Anket Şirketi” kim manicikleri bol tarafından bastırırsa ona göre çakıyor yüzdelikleri!

Ha gayret da oluyor!

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.