24 Kasım 2024
  • Lefkoşa11°C
  • Mağusa11°C
  • Girne13°C
  • Güzelyurt8°C
  • İskele11°C
  • İstanbul5°C
  • Ankara0°C

TÜRKİYE NASIL BU HALLERE GELDİ...

Ediz TUNCEL

28 Temmuz 2016 Perşembe 14:25

Türkiye'nin nasıl bu hallere geldiğini, getirildiğini anlatmaya milyonlarca sayfa yetmez...

Ama balık nasıl baştan koktu, "abilerin abisi" nasıl güç sahibi oldu, yoluna çıkanlar nasıl yok edildi, Türkiye'nin güzel insanları, maddi ve manevi değerleri nasıl çökertildi, birkaç örnekle anlatılabilir.

1987, benim ilk kez Türkiye'ye ayak bastığım yıl...

1987'nin Mart ayında Süleyman Demirel diyor ki "Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.…Tevhidi Tedrisat Kanunu (Atatürk zamanında çıkarıldı) bir semavi  kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters  düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur.…Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır."

İlk kez 1965 yılında Türkiye'nin Başbakanı olmuş, defalarca git geller arasında siyasi sistemdeki zırvalardan dolayı 1993 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı seçilmiş, her iktidar döneminde Türkiye'yi beladan belaya sürüklemiş, buna rağmen yine seçilmiş, ölümünde de üç gün milli yas ilan edilmiş bir zat, bunu söyleyen...

Bu söylemin arkasından fazla geçmedi, 1989'da Türk Ceza Kanunu'nda Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı ve sözüm ona ideolojik bir çıkış noktası, ideolojik bir şov olarak da 28 Aralık 1989 tarihinde üniversitelerde türban takma serbest bırakıldı...

12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından zaten Kenan Evren her iki lafından birinde dindarlığı değil, dinciliği övmeye başlamıştı ve Fetullahçıların da önü bu darbenin arkasından gelen icraatlarla sonuna kadar açılmıştı...

Nitekim, 163. maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar da birer birer öldürülmeye başlandı;

Tam tarihi hatırlamıyorum, 1988 veya 1989 kışı, o dönemde zemin katında kaldığım Ankara Atatürk erkek yurdunda en üst kattan çığlıklar gelmeye başladı, birden aşağı bir öğrenci düştü, ızgara demirlerin üzerine düştüğü için kemikleri un ufak oldu, kısa süre sonra öldü, olaya "kaza" dendi, laf dinlemediği için "abiler" tarafından atıldığı dedikodusu anında yayıldı, ilk dedikodudan sonra yurttaki öğrenciler korkudan olayı ağızlarına bile alamaz oldular...

Aynı günlerde bizim oda kapısına tahrik olsun diye "çişini" yapan üç serseri, ben ve oda arkadaşım tarafından dövüldü, kendi sidikleri içinde burunları sürtüldü, kavgadan sonra yurt müdür yardımcısının karşısına çıktığımız zaman bu beyinsizlerden biri "Ağbi bunlar dinsiz imansız, ne namaza geliyorlar, ne oruç tutuyorlar..." deyiverdi ve biz de yedikleri haltın sebebini böylece öğrenmiş olduk...

"Milleti kapısına işeyerek mi dine imana alıştırıyorsunuz? Başka ne marifetiniz var?" diye sorunca, müdür yardımcısı gülümsedi, onlara bizden, bize de onlardan uzak durmamızı "tavsiye etti", olay kapandı, müdür yardımcısı onları dışarı attıktan sonra, "Bir daha bir sorun olursa kavga etmeyin, hemen bana bildirin" diyerek bize dostça bir nasihatte bulundu...

Bir süre sonra yurttan çıktık, Bahçeli'de, bir teras katında kalmaya başladık.

31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi (Bahçeli'de yan sokakta teras katında kalıyorduk, akşam yeni düşmüştü ve soğuktan buz kesmiş kazağı almak için balkona çıkmıştım ki TAK...TAK...iki el tok silah sesi...Kulak kabarttım, bu da nerden çıktı dedim, kısa süre sonra ne olduğunu öğrendik...)
7 Mart 1990, Çetin Emeç'in öldürülmesi.
4 Eylül 1990, Turan Dursun'un öldürülmesi.
6 Ekim 1990, Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.
24 Ocak 1993, Uğur Mumcu'nun öldürülmesi, ölümünden iki gün önce "İmam-Subay" başlıklı bir yazıyı kaleme almıştı (patlama sesini duyduğumda Emek'te pencere kenarında oturmuş kitap okuyordum)...

Uğur Mumcu'nun bahsettiği İmam'ın kim olduğunu bulana yıldızlı aferin!!!

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri'nin 3. gününde, kudurmuş bir sürüdü din adına ve "Zafer İslam'ın…Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu, Sivas'ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek… Kahrolsun laiklik…"çığlıkları arasında ortalığı kana buladı, aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan oluşan 37 kişi diri diri yakıldı, katiller sürüsünün hiçbiri en ufak bir cezaya bile çaptırılmadı, yargılama süreci tam bir maskaralığa dönüştü ve sonunda zaman aşımından dosya kapandı, ölenlerden ikisi hemen hergün mahallede, yolda gördüğüm, üniversite ile evleri arasında gidip gelen iki kız kardeşti...

Bunca kan yetmemiş olacak ki, 13 Nisan 1994 tarihinde Necmettin Erbakan Refah Partisi Meclis Grubu'nda yaptığı konuşmada "... Türkiye'nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım, Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek" diyordu...
Ve Erbakan'ın verdiği akıl üzerine, kan dökerek milleti hizaya getirme çabaları devam etti...
11 Ocak 1995 tarihinde Onat Kutlar öldürüldü...
9 Ocak 1996 tarihinde Metin Göztepe öldürüldü...
1997 senesinde iyiden iyiye coşan Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek" diyordu. 
Biraz da medyadan alıntı ekleyelim, ara boşluklar dolsun: 1997: Şevket Yılmaz, "Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?" Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir  kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!" Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, "Bu törenlere için kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."           

O dönemdeki basında dincilik adına sayısız kokan beyanat görmeye devam ediyoruz...

Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak..."
Şubat 1997'de Başbakanlığı Özal'dan kapmış olan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutu'nda verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü dinci ağabaşlarını (yoksa "ağır abilerini' mi desek???) davet ederek gövde gösterisi yapar...

Bu yemekte "En büyük abi, abilerin abisi" yoktur ama "çırakları" vardır...
Devam eden süreçte, 21 Ekim 1999, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı da katledildi...
18 Aralık 2002, Dr. Necip Hablemitoğlu öldürüldü...

AKP'nin iktidara gelmesiyle radikal dincilik ve rant dinciliği karşıtı olanlara karşı olan suikastler duruldu, hatta ölümcül işler yapmaktan çekinmeyen radikal dincilere ve Hizbullah terör örgütüne karşı operasyonlar bile başladı...

Bu dönemde, AKP'nin en ağır topu Recep Tayyip Erdoğan değildi, Abdullah Gül idi ve Abdullah Gül döneminde özellikle ABD ve NATO bir türlü Ortadoğu bölgesinde istedikleri gibi at oynatamıyordu, Türkiye üzerinden istediklerini yapamıyorlardı...

Recep Tayyip Erdoğan gölgede dururken, Abdullah Gül önderliğindeki AKP enerjisini daha çok Kıbrıs ve PKK sorunu, AB ile ilişkilerin iyileştirilmesine ayırdı.

Ancak iktidara yeni gelmiş olan AKP, Demirel'in ve ondan önce Kenan Evren'in, Ecevit'in hazırladığı zemini pek ellemedi, o dönemde henüz adı konulmamış olan, fakat Türkiye'de alınan her nefeste kendisini buram buram hissettiren FETÖ canavarının kontrolsüz bir şekilde büyümesine, devletin en önemli kurum ve kuruluşlarına sızmasına, yerleşmesine, kemikleşmesine de engel olmadı veya olamadı, belki de dış cephede uğraşırken iç cephede yeni bir savaş başlatmak istemedi...

Günün sonunda ise 15 Temmuz 2016 darbe girişimi gösterdi ki aslında bu süreçte AKP ile FETÖcüler arasında güç dengelerinin sürekli zorlandığı, ama bir türlü kozların paylaşılmadığı, koz paylaşımının hep ertelendiği bir güç kavgası yaşandı...

Ve en nihayetinde 15 Temmuz gecesi ipler koptu, silahlar çekildi, "boynu altında kalanın boynu kopsun" denerek kozlar paylaşıldı...

FETÖcülerin ve onların akıl hocalarının hesaplamadığı şey, 15 yıllık iktidarı boyunca AKP iktidarının da nal toplamadığı, iktidarını kollamak için gereken tedbirleri olabildiğince aldığı, ve herşeyden önemlisi, Türk ordusunun içinde hala vatanına, milletine, görevine sadık vatansever insanların da olduğu ve gerektiğinde bu değerler uğruna ölüme koşa koşa gidecekleriydi...

Nitekim öyle de oldu...Adına FETÖ'cü darbe girişimi denen, ancak boyutları, Ortadoğu'yu cehenneme çeviren ve özellikle Ortadoğu bölgesinde peydahlanan tüm İslami terör örgütlerinin yaratıcısı ABD de dahil olmak üzere,  çok daha geniş bir paydaş silsilesine uzanan darbe girişimi, aslında ne halk, ne de polis, ne siyasiler tarafından engellendi...

Büyük Ortadoğu Projesi denen rezilliğin bir aşaması olarak FETÖ'cü darbe girişimi, ruhunda hala Atatürk'ün ve Atatürk Cumhuriyeti'nin ilkelerini taşıyan Türk ordusunun darbecilere karşı dik duruşuyla, mücadelesiyle engellendi...

Aksi takdirde, ordu bir bütün olarak bu işe kalkışsaydı, bu darbe girişimi başarılı olurdu ve sonucu da tam anlamıyla bir felakete, bir kan banyosuna dönüşürdü...

Gelelim, işinden gücünden uzaklaştırılan onbinlerce memura, öğretmene...

Darbeyi asker yaptı, bunlar neden görevlerinden uzaklaştırılıyor, neden bir cadı avı başlatıldı diye sorabilirsiniz...

Cevabı çok basittir...Aradan geçen onlarca yılda devlet ele geçirilirken, bunların tümü olmasa da, en azından büyük bir çoğunluğu, zaten layıkıyla bir göreve, bir mevkiye gelmedi ki...

Torpille geldi, sahtekarlıkla geldi, iki dudak arasında geldi, şimdi de iki dudak arasında gidiyor...

Olan kurunun yanında yanan yaşa oluyor, bu da bir gerçek, ancak genelleme yaparsak, İlahi adalet de büyük oranda yerine geliyor...

Bundan sonra Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, falanıyla, filanıyla tüm Türkiye halkına düşen tek görev vardır, en kısa süre içinde birlik olmak ve Türkiye Cumhuriyeti'ni gerçek ve çağdaş, din sömürüsünden uzak bir demokrasi ülkesi haline getirmek...

Yoksa, bu halk, bütün bu olanları "FETULLAHIN CİNLERİNE" mal eden Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek gibileri başına yönetici olarak seçmeye devam ederse, din sömürüsünü en büyük rant kapısı olarak gören  örümcek kafalılardan ve örümcek ağlarından asla kurtulmaz, kurtulamaz...

15 Temmuz darbesi, bir müsibetin bin nasihatten daha evla olacağını bir kez daha gösterdi, tarih bir kez daha unutulmayacak yaralar bırakarak tekerrür etti...

Umalım ki artık son olsun!

Eşitlik, adalet, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar herkes için gereklidir, çağdaş dünyada da çağdaş dünyalı olabilmenin en önemli şartlarıdır...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.