TOPLUMSAL TRAVMANIN EŞİĞİNDE DEĞİL TAM ORTASINDAYIZ
Melin ULUÇ
05 Aralık 2016 Pazartesi 13:03
Vaka: Özgecil Tutum Bozukluğu
Tedavi yöntemi: ‘BİZ’ Yöntemi
Toplumsal olarak paylaşılan ortak acıların yaşanış şekli, toplumun ruhsallığını da belirler. Toplumun da tıpkı bireyde olduğu gibi yaralarını sarması için yaşananları ve bunlar sonucunda kendisinde açığa çıkan tepkileri kendi hafızasında bir yere yerleştirmesi önemlidir. Travmadan doğrudan veya dolaylı yoldan zarar görmüş kişilerle beraber, zarar görmemiş olanların, toplumsal yapının içindeki farklı sistemlerin, kuruluşların, yapıların ve devletin yaşanan durum karşısında nasıl bir tutum sergilediği ve olaya nasıl bir yerden baktığı bu anlamlandırma sürecinin seyrinde belirleyicidir. Toplumun bazı bireylerinin yaşanan duruma duyarsız kalmaları ve destek sunmamaları durumunda dayanışma ve yardımlaşma gibi insanın hayatını devam ettirme ve birlikte yaşamaya dair temel gereksinimleri yerini bulamaz. Böyle bir durumda travmadan etkilenmiş olmasak bile kendimizi yaşadığımız yerde güven içerisinde hissedemeyiz. Bundandır ki dehşet, çaresizlik, gelecekten yana tedirginlik, acı, kayıp hissi, olayın olmamış olmasını arzulamak, duygu ve insanlıkla ilgili sorgulamalar, öfke, donukluk, yabancılaşma, yalnızlık gibi pek çok duygunun bir sis bulutu gibi bizi boğmasıyla karşıyayız. Evet, eminim tam ortasındayız ve çare yine ‘’biz’’iz.
Sığınacak Liman Talan Oldu Boğuluyoruz
Kime gidilir bu noktada, ne yapılır? Kim olsa halkın iradesiyle seçilmiş terim anlamıyla halkın refahını gözeten oluşumu çare görecektir, gereken de budur. Çünkü bu oluşumdaki sözcüler halkın fikirlerini dikkate alan, bu fikirlere ayna tutan ‘’paylaşım mekanizmaları’’ görevini üstlenirler. Peki ya yaşananları ‘’öğrenilmiş çaresizlik’’ misali nasılsa ‘’böyle geldi böyle gider ‘’ dediğimizden paylaşabilecek alanın olmayışı, toplumu “konuşulamayanlar’’ın gölgesinde kalmış hissettirirse bu ‘’kangren’’ kader midir? Hayır, tabiî ki. Yanılgılarımız düştüğümüz gibi kalkışımızın dönüm noktası olmalıdır Görüyorum yaşadığımız her toplumsal vakada hemen hem fiziksel manada hem sosyal medya ortamında karalara bürünüyoruz. Bu mu direniş? Bu mu çözüm arayışımız? Gözlemleyen değil aktör olmalıyız üstelik elimizde çokça imkân da varken yaşadıklarımız asla kader değildir. Bizler değişmediğimiz hayatlarımızın beğenmediğimiz alışkanlıklarını yaşamaya mahkûm değilizdir, değiştirebiliriz. Bu hem bulunduğumuz toplum işleyişinde hem bireysel yaşantımızda işlevselliği artıracaktır. Ama evvela bu çatışmada bir soluk almalıyız çünkü yaşananları inkâr etme eğilimi, diğer yandan da olanları dile getirme isteği arasında yaşanan duygusal çatışmanın yoğunluğu, toplumun ruhsallığıyla doğrudan ilişkilidir. Devir savaş devri değil akıl devridir. Önce aklın yolunda ilerleyip kabul etmeliyiz. İyileşmek istersek kabul etmek en can alıcısıdır. Ne zamanki yaşananlar toplumca kabul edilir ve görülmeye başlanırsa, işte o zaman travmatik olayı yaşamış insanlar “iyileşme”ye başlayabilir. Fakat bu kabul ediş, bu farkındalık hem sivil halk hem de toplumu oluşturan tüm organlar olmak üzere toplumun tüm kesimini kapsamaktadır. Organ dedim çünkü toplum bir vücuttur, tek bir organla işlemez hele ki kalp çalışmazsa hayat sona erer. Kalbi, nabzı yokladığından halkın refahını gözetip nabzını yokladığı gerçeğinden hareketle toplum sözcüleriyle ilişkilendirmek mümkündür. Bu farkındalık gelişmezse paranoyak, kendine yabancı, sürekli başkalarını suçlayan insan modelinden bir farkımız kalmayacaktır. Gördünüz mü herkese göre illaki bir suçlu var peki nasıl ortak yol bulunacak? Ne yazık ki farkındaysak ama bencilce davranıp toplumun refahını değil kendi sürekliliğimizi düşünürsek bu farkındalık da işlevsel değildir. Dawkins’in ‘’bencil gen’’ teorisini bencil, ‘’banane’’ci insan modeline benzetirim hep. Bencillikten kastım bireysellik değil bireysel olmaya çalışırken başkalarına zarar vermektir. Devamlılığını sağlamak isteyen gen onun yayılmasına olanak sağlayan genleri destekleyecektir. Sonunda da en güçlü olan kazanacaktır. Organizmanın önemi yoktur çünkü onu geliştirmek zaman alacaktır ama tek başına gene odaklanırsak konu iyice bir kolaylaşacaktır. Bu durum birey-toplum örneğine indirgenebilir. Bulunduğum toplumda bireyin, toplumun gelişmesini değil kendinin gelişmesini destekler nitelikte olduğunu görüyorum. Toplumun genelini sarsan bir vaka yaşandığında elbette herkes herkesi suçlayacaktır çünkü herkeste ‘’ben’’ vardır ve kimisi o kadar şişkindir ki kişinin gözünü gerçeklere kapatmasına sebep olmaktadır. Zayıf, daima eşitlik ve adalet ister ama bu güçlünün umrunda bile değildir çünkü herkesin zaafları farklıdır. Bundandır ki aynı frekansta değiliz, ortada bütünlük yok ortada sadece herkese düşen bir gemi ve gemisini kurtarma niyeti ile bu uğurda ‘’ötekileştirme’’ vardır. Mağdur olanlar diğer kesimler tarafından suçlandıkça birlikte yaşama ihtimalimiz de yok olmaktadır. Bu noktada; kişiler kontrol kendi ellerinde olmadığında ya da kontrolü ele almadığında olayları ihmal, tedbirsizlik gibi tutarsız kararlara ya da karşıdakinin tutumuna yorarlar, adını da ‘’kader’’ koyarak normalleştirirler. Haberimiz yok normalleştirdikçe çocuklarımızın çocuklarını da harap edeceğiz. Hep diyorum ilerlememiz için empati şart adı üzerinde ‘’duygudaşlık’’. Sahi siz hiç öldünüz mü? Ya da çaresizlik içinde ellerinizi başınızda kavuşturup bir sevdiğinizin akıbetini beklediniz mi? Düşünün derim.
Asla unutmayın, hep ders alın
Az üstte bahsetmiştim. Kaygı, tedirginlik, değerlerimizi sorgulama, hayatını idame ettirememe, kendinden şüphe etme hepsi ama hepsi mevcut. Peki neden? Nasıl aşılır, nasıl önlenir? Hatırlamak dolayısıyla ders almak ve aidiyet yeni hamurumuzu yoğururken malzemelerimiz olsun. Kişiler, kapılarını çaldığında derdine derman olacak birilerini sezdiklerinde daha çabuk iyileşirler. Üstelik yaşadığı toplumla karşılıklı olarak kapsanabilen bireyler kendilerine kılıf bulmak için farklı davranışlara da yönelmeyeceklerdir. Bunu toplum boyutunda yer alan adalete, dengeliliğe atfedebiliriz ki bu zaruri olmasa bile yepyeni bir sistemi bile gerektirebilir. Boşluğa izin verdiğimiz anda hâkimiyeti elimizden kaçıracağımız da aşikârdır. Kısacası; yıpranmaya yüz tutmuş birey ve toplumların ilacı; bütünleştirici ve güven verici bir ortamdır gerisi de tırttır.
Toplum olarak bir günümüzün diğerinden refah geçeceği aydınlık yarınlara temennimle…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.