24 Kasım 2024
  • Lefkoşa15°C
  • Mağusa17°C
  • Girne18°C
  • Güzelyurt14°C
  • İskele17°C
  • İstanbul5°C
  • Ankara1°C

TAVŞAN KULAKLARI  (SİKLAMENLER)

Hatice İNTAÇ

08 Şubat 2015 Pazar 07:59

Şubat ayına rağmen ılık ve güneşli bir gün… Dışarıda kuşlar cıvıl cıvıl… Onların keyifli ötüşleri bahçeleri de sarmış, şenlendirmiş. Günlerdir şiddetli esen lodosla kırılırcasına savrulan ağaçlar ve çiçekler bugün hafiften esen rüzgârda aheste aheste salınıyorlar. Gece yağan yağmurla yıkanmış yaprakları bugün daha parlak, daha canlı… Görünen o ki;  doğa halinden memnun bugün. Umuyorum ki bu ortam kısa süreli de olsa memleket sorunlarıyla altüst olmuş beynimize huzur verecek, düşüncelerimizi dinginleştirecektir. Çiçeklerin çoğu kış uykusunda..  Uyanmak için baharı bekliyorlar. Yine de bahçeyi süsleyen birkaçı var. Nergisler dallarında yarı solmuş, son demlerinde...  Siklamenler pembe, beyaz çiçekleriyle varlıklarını devam ettirmeye ve uçuk kokularını salmaya devam ediyorlar. Ben onlara hâlâ ısrarla “tavşan kulağı” diyorum. İstanbul’da öğrendim bir adının da siklamen olduğunu. Hatta bununla ilgili komik bir de anım var… Orada bahçem yoktu. Çoğu insan gibi apartman dairesinde yaşıyordum ve çiçeklerimi balkonda yetiştiriyordum. Hatta sonradan tüm pencerelere ferforje yaptırmış; oraları da çiçek saksılarıyla doldurmuştum. Sık sık çiçek seralarından çiçek alıyordum. Yine öyle bir gündü. Bana en yakın yer olan Eyüb’e gitmiştim çiçek fidanı almak için. Orası da çiçek seralarıyla dolu bir yerdi. Hâlâ da öyle… Serada dolaşırken tavşan kulaklarını gördüm. Çiçekleri burada bildiklerimden daha iriydi ve çeşitli renkleri vardı. Bense sadece beyaz ve uçuk pembesini biliyordum. Yine de gördüklerim basbayağı tavşan kulağıydılar işte!.. Satıcıya “tavşan kulakları kaça” diye sorduğumda adamcağız afal afal yüzüme baktı. “abla biz tavşan değil çiçek satıyoruz” dedi. Adam mı normal değildi, ben mi yanlış bir şey söylemiştim diye şaşırdım. Adamı tavşan kulaklarının yanına götürdüm ve elimle gösterdim. “ Abla onlar siklamendir” dedi. İşte o gün öğrendim oralarda adlarının siklamen olduğunu. Bir görüntü, bir koku, bir ses insanı  nerelere götürmüyor, kimleri hatırlatmıyor ki bazen?… Ben de bu Şubat gününde tavşan kulaklarının uçuk kokusuyla eski günlere gittim yeniden. Baf’ı, oradaki evimizi ve en çok da rahmetli anacığımı her zamankinden daha yoğun şekilde hatırladım. Anılar dört yanımı sardı yine. O anılar ki; gelip dayanınca kapıya, sözlerin ardı arkası kesilmez.. Hele onlar, yalansız, riyasız tertemiz zamanlara aitseler!… Böyle bir Şubat gününde kaybetmiştik annemi. Nurlar içinde uyusun… *** Baf’taki evimiz bahçe içinde taş ve kerpiçten yapılmış büyük bir evdi. Kasabanın merkezinden biraz uzaktı ve yollarımız da dar toprak yollardı. Bu yüzden,  kışın okula giderken iki ayakkabı kullanmak zorundaydık. Evden, kendi bahçemizden asfalta çıkan yola kadar giydiğimiz çamurlu ayakkabıları bir yere saklar, asfaltta diğerlerini giyerdik. O zamanlar yağmur da bolca yağardı. Yazın başka güzelliği vardı oraların, kışın başka… Kışın yabani laleler, nergisler, tavşan kulakları hatta sonradan orkide olduğunu öğrendiğimiz çiçekler toplardık kral mezarları denen bölgeden. Evimiz şimdilerde müze haline getirilen “Kral Mezarları”na yakındı. Meşakkatliydi anacığım.Hem bahçe işlerinde babama yardım eder hem de evine ve çocuklarına yetmeye çalışırdı.Böyle yağmurlu ve soğuk kış günlerinde ısınmamız ve iyi beslenmemiz için neler yapmazdı!.Ocaklık denilen şimdiki şömineye benzer bir yerde pişirirdi yemeklerimizi kışın.Öyle gaz ocağı falan yoktu o zamanlarda.Hatta islim denilen pişirme cihazı bile evimize sonradan girmişti.Ateşi yakmak bile olağanüstü zahmetliydi.Gözleri dumandan yaşlanırdı anacığımın ateşi yakarken. Ama odunda pişen yemeğin lezzeti de bir başka olurdu hani!.. O ocağın üstünde neler pişirmezdi ki!.. Bize gelen arkadaşlarım hala annemin yaptığı yemekleri anlatırlar. Kazan dolusu üzümlü kırmızı kabak pişirirdi. Bir kısmı ile börek yapardı. Bütün mahalle ve bize gelenler mutlaka tadarlardı o kabaktan. Hele Baf usulü katmeri çok meşhurdu annemin. Kıbrıs’ta katmer her bölgede farklı yapılır. Baf’ta hamur, zeytinyağı ve şekerle yapılırdı. Hamuru açmak da ayrı bir maharet isterdi. İnce açmak gerekirdi hamuru. Annemin oklava ile açtığı hamur arkası görünecek kadar şeffaf olurdu. Hamur kare şeklinde kapatılır ve sacta pişirildikten sonra içine zeytinyağı ve şeker konurdu. Tadına doyulmazdı annemin yaptığı katmerin. Ara sıra ben de yufka ile yapmaya çalışıyorum ama nafile. Nerede o eski lezzet?.. *** Hayatta yaşadığımız her şey aslında bir süreçtir. Yaşanır, bilgisi alınır ve form değiştirir. Olayları yaşarken, onların hangi yanımızı eğittiğini, hangi yönde ufkumuzu genişlettiğini ve bilgilendirdiğini fark etmekle bilinçli ve farkındalık dolu bir hayat yaşarız. Bu farkındalık içinde kendimize hedefler belirleriz. Hepimiz zaman zaman sorarız kendimize yaşamın hedefi nedir diye. Herkes kendi dünyasında küçük ya da büyük hedefler seçiyor ve onları gerçekleştirmek için didiniyor. Doğuyoruz, büyüyoruz, okuyoruz, meslek sahibi oluyoruz, yuva kuruyoruz, para kazanmak için çabalıyoruz ve sonra da ölüyoruz!.. Ne kadar sıradan şeyler bunlar!.. Oysa hayatta daha derin, daha anlamlı şeyler olmalı. Hayatın anlamını keşfedebilmek için; insanın kendi kişisel yazgısını, yaşamdaki hedeflerini ve en önemlisi kendisini bulması; aydınlanıp gelişebilmesi için kendi içine bir yolculuk yapması gerekir. Çünkü kendi içimizdeki ülkeyi keşfetmeden gerçek anlamda büyümek ve olgunlaşmaktan bahsedemeyiz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.