24 Kasım 2024
  • Lefkoşa14°C
  • Mağusa12°C
  • Girne20°C
  • Güzelyurt13°C
  • İskele12°C
  • İstanbul3°C
  • Ankara0°C

SU İŞİ ŞİMDİ TAMAM MI YANİ?

Derviş DOĞAN

29 Şubat 2016 Pazartesi 08:02

Bunu mu  anlamamız gerekiyor uzlaşıdan.

Kimse kusura bakmasın ama ben böyle anlamıyorum.

Peki neden mi?

Onu da belirteyim.

Malumunuz olduğu üzere önce bakanlar Ankara’ya gitti.

Ellerinde bir protokol metni ile birlikte döndüler.

İstediğimizi aldık dediler.

Mutlulukları yüzlerinden okunuyordu.

Sonra baktık ki parti meclisi ayağa kalktı.

Bakanlara sıkı bir muhalefet yapıldı.

Ortalık karıştı.

Bunun beklentilerini karşılayan bir protokol metni olmadığını söylediler.

Bakanların çabaları boşa gitmişti.

Hayal kırıklığı yaşadılar.

Mahsuscuktan istifa ediyorum diyenler de oldu.

Sonra bir baktık CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat apar topar İstanbul’a gitti.

Meğer TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan gelmiş davet.

Sayın Erdoğan’ın özel kalem müdürü aramış, Sayın Talat’ı İstanbul’a davet etmiş.

Açıklanan bu..

Sayın Erdoğan ve Sayın Talat istanbul’da biraraya gelmişler.

Huber köşkü müymüş neymiş işte orada görüşmüşler.

Bu görüşmenin hemen akabinde Sayın Talat Kıbrıs’a döndü.

Ve Sayın Erdoğan’dan su konusunda siyasi destek istediğini belirtti.

Daha fazla detaya girilmedi.

Sonra bir baktık, UBP’nin CTP’ye su metnini imzalaması için verdiği süre doldu.

Bakanlar kurulu toplandı, Başbakan Ömer Kalyoncu toplantıyı iptal ettirdi.

Ankara ile su konusunu görüşeceğini ve yaptıkları öneriye gelecek cevabı beklediğini söyledi.

Peki öneri neydi?

O noktada kapsamlı bir açıklama yapılmadı.

Lakin mevzu belediyelerin sürece ne şekilde müdahil olup olmayacakları ile ilgiliydi.

Bunun akabinde UBP’li bakanlar toplandı ve Genel Başkan Hüseyin Özgürgün’ün sürenin dolmasının akabinde yetkilerini kullanacağını bir kez daha duyurdular.

Sonra baktık akşam saatlerinde Ankara’dan olumlu yanıt geldiği Başbakan Ömer Kalyoncu tarafından Yenidüzen Gazetesine açıklandı.

Ankara tarafından kabul gördüğü açıklanan öneriler şunlardı,

Suyun işletmesinde “Belediyelere ait mevcut tesis ve şebekelerle ilgili karar belediyelere ait olacak ve belediyeler sürece katılım yönünde kendi iradeleri ile ilerleyecek”.
Ayrıca, bu sürece katılmak istemeyen belediyeler de Türkiye’den temin edilen sudan yararlanabilecek.
Yani isteyen belediyeler, Türkiye’den temin edilen suyu kendi yatırımlarını yapma karşılığında yönetebilecek.
Buna karşılık, işletmeci, ‘alım garantisi’ ile korunacak ve yatırımlarını yapabilecek.

Ayrıca Türkiye’den gelen su adaya giriş noktasında KKTC makamlarına teslim edilecek, ihale süreci sonucunda şartnameye uygun olarak işletmeciye devredilecek.
İşletmecinin yükümlülükleri, sorumlulukları ve hakları, ihale şartnamesinde ve imzalanacak uygulama sözleşmesinde detayları ile belirlenecek.
İki ülke arasındaki anlaşma ile işletmeci sadece Türkiye’den temin edilen suyu işletme hakkına sahip olacak.
Yerel su kaynakları üzerinde işletmecinin herhangi bir yetkisi olmayacak.

İşte bu önerilerin Ankara tarafından kabul edildiği duyuruldu.

Yani anlayacağınız 3 aydır Ankara’nın kabul etmediği öneriler bir kaç saat içerisinde jet hızı ile kabul edilmişti.

Lakin gerçek bu muydu?

Kazanılan birşey var mıydı ortada?

Velev ki öyle olsun.

Peki ya mualakta olanlar ne olacak?

Protokolde satırlara gizlenen bilinmeyenler yaratılan iyimserliği ve zafer havasını gölgelemiyecek mi?

İşte bunun için aşağıda ki saptamaları bu konuda uzman bir dostun bilgisine başvurarak elde ettim.

Bakın uzman arkadaşımız ne diyor.

Ve imzalanan protokolde hangi sorulara cevap arıyor.

1-TC’ye ödenecek bedeli soruyor.

2 -İdare’den (şirket tarafından 2 adaydan seçilecek 1 kişi), Şirket yönetim kurulunda olması, kesinlikle bir PPT (kamu – özel ortaklığı) olamaz. (Mad.-8) Şirketin mesela 20-30 YK üyesi olabilir diyor.

3- Sisteme katılmayacak  olan belediyelere ücretlendirmede hangi kıstas uygulanacak, oran ne olacak? Diye soruyor.

4- Üstelik altyapı yatırımları ve %10 cirodan da yararlanamayacaklar diyor.

5-Kamulaştırmaların ve üst hakkı verilmesinin düzenlendiği  13.Madde de tuzaklarla dolu olduğunu belirtiyor ve buna bir örnek vererek, su borularının geçtiği yollarda bundan sonra Devlet ve Belediyeler şirketten izin almadan bir şey yapamayacağına vurgu yapıyor.

6-Kanalizasyon bedelleriyle ilgili hiçbir düzenleme yok diyor ve ekliyor,. Oysa şirket bundan da sorumlu olacağı için buradan da ciddi bir gelir elde edecek. (mesela Mağusada metreküp başına su 3.20 TL, kanalizasyon 1.40 TL)
7-Tarımsal sulama suyu ücretleri ve servisleri tam bir muammadır diyor.

8-Yerel su kaynaklarının sayaçlanarak kontrol altına alınması doğru bir uygulamadır, ancak şirketin bu konudaki yetkilerinin genişliğinin çok ciddi bir sorun teşkil ettiğini belirtiyor.

Velhasıl sonuca gelelim.

Sayın Talat İstanbul’a gitti ve Erdoğan ile görüştü.

Oradan telkinle döndü.

Ve konu Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakan Tuğrul Türkeş’e havale edildi.

CTP bu doğrultuda parti meclisinin de mutabık olduğu birkaç öneriyi yazıp Ankara’ya gönderdi.

Ve Ankara bu değişiklikleri anında kabul etti.

Koalisyon kurtuldu.

CTP’de güya böylelikle direndi ve istediği anlaşmayı imzaldı.

Yaratılmaya çalışılan algı bu.

Peki gerçek olan ne?

CTP ideolojik yaklaşımlarından ötürü dik durmaya çalıştı.

Bu yaklaşımları doğruydu.

Lakin bunun altını doldurmakta çok gecikmişti.

Hoş bu dik duruş tek ayaklı olunca bunu topluma da yeteri kadar anlatamadı.

Kaldı ki bunu anlamayan sadece toplum da değildi.

CTP kendi içerisinde de tereddütler yaşadı.

Zira Ankara’nın su mevzusu ile bağlantılı olan bir de ekonomik yaptırım ayağı vardı.

Öyle zannediyorum ki toplum olarak bu noktada panik yaşadık.

Kamu çalışanlarının maaşlarının tehlikeye girmesi.

Yatırımların durması, bütçe açığı yetmezmiş gibi bir de sendikaların tavrı vs.

Bu panik hali CTP’ye de sirayet etti.

Hatta CTP’nin bu noktada ki tavrını zayıflattı.

Daha sonrası malum.

Bunu toparlamaya çalıştılar.

Ve geldiğimiz günde toparlayabildikleri son noktada imzayı attılar.

Bu ülkenin 3 ayına mal oldu.

Herşey öylece durdu.

İcraat adına kurulan reforum hükümeti halkta büyük bir hayal kırıklığı yaşattı.

Meclis dahil tüm devlet kilitlendi.

Oysa ta başından beri süreci iyi yönetmiş olsalardı konu bu kadar sürüncemede kalmayacaktı.

Ama gereksizce kaldı.

Ve aylardır ülkenin en önemli gündemi haline geldi.

UBP’ye gelince!

UBP için fazla kafa yormaya gerek yok.

Neden yok?

UBP’nin bu konuda ortaya koyduğu bir duruşu zaten yoktu.

Malum UBP kayıtsız şartsız her durumda Ankara’ya doğru veyahut yanlış koşulsuz biat etmeyi kanıksamış bir siyasi yapı.

Bunu politika zannediyorlar.

Üretmeden üretirmiş gibi yapmayı iyice benimsemişler.

AKP’nin Kıbrıs’taki taşeronluğunu kimselere kaptırmaya niyetleri yok.

O yüzden bu süreçte UBP’nin suya sabuna dokunmadığı ortada.

Haliyle bu süreç CTP’yi  tahminlerin de ötesinde yıprattı.

Mücadele şefkini kırdı.

Kamuoyunu ikna gücünü zayıflattı.

Bir kez daha toplumda hayal krıklığı yarattı.

Bu bazılarının iddia ettiği gibi bir başarı öyküsü olarak algılanmayacak elbette.

Bilakis devlet yönetiminde zaafiyetlerinin yaşandığı bir süreç olarak akıllarda kalacak.

Dolayısı ile CTP için son derece talihsiz bir dönem oldu su mevzusu.

Kriz içinde kriz yaratılarak konunun çözüm dinamikleri gözden kaçırıldı.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.