29 Mart 2024
  • Lefkoşa19°C
  • Mağusa20°C
  • Girne20°C
  • Güzelyurt19°C
  • İskele20°C
  • İstanbul15°C
  • Ankara14°C

SON KUŞLAR

Hatice İNTAÇ

11 Kasım 2019 Pazartesi 13:57

Güneşin saltanatı da buraya kadarmış

Eskisi gibi yakmıyor sıcağı.

Loş sabahlara uyanıyoruz

Bulutların boy gösterme zamanı.

Akşamüstleri kuş kafileleri geçiyor

Belli ki sıcak diyarlara yolculukları

Daha hüzünlü geliyor artık akşam ezanları.

Mahallede top oynayan çocuklardan eser yok

Malum, okul zamanı

Gecelerse birer hüzün yumağı

O neşeli yazdan eser yok. (*)  

 

 

Uzun süren kavurucu bir yazdan sonra nihayet Sonbahara ulaştık. Bu mevsime ait aylar her ne kadar takvim olarak Eylül, Ekim ve Kasımsa da biz adalılar olarak Sonbaharı kısacık da olsa ancak Kasım ayında yaşarız. Eylülle Ekim yaza ulanmıştır buralarda. Hatta adada dört mevsim değil de yazla kış diye iki mevsim var desek yanlış olmaz. Bizde baharlar kaşla göz arasında biter. Kendimizi aniden ya yazda ya da kışta buluruz. Baharlık kıyafetlerimizi giyecek kadar bile zaman tanımaz ne İlkbahar ne de Sonbahar.

 

Yılın en güzel dönemleri olan baharlar adada kısa süreli olsa da en çok beklenen ve özlenen mevsimlerdir her zaman. Doğa mevsimlere ve iklimlere göre adeta kılık değiştirir. Sonbahar da doğanın çıplaklık hali, nü olma zamanı. Ağaçlar yapraklarını dökmeye başladılar bile. Mevsim ilerledikçe, hele rüzgârlar şiddetlendikçe daha da soyunacaklar. Göçmen kuşların çoğu sıcak diyarlara göçtüler bile. Geç kalanlarsa gidecekleri yere bir an önce ulaşmak için kafileler halinde gökyüzünde süzülüyorlar. Belli ki bunlar bulundukları yerden ayrılmak istemeyen son kuşlar.

Hazan mevsimi diye de bilinen bu zaman dilimi, adı gibi bir hüzün mevsimi olarak bilinse de ben ona bir de hatırlayışlar ve anılar vasfını ekliyorum kendimce. Koyulaşan bulutların griye boyadığı gökyüzü, solgun güneş, cıvıltısı azalan kuşlar, çıplak kalmış ağaçlar,  bahçelerde solan çiçekler, sessizleşen sokaklar yalnızlaşmayı da beraberinde getirir bu mevsimde. Kendi içine döner insan. Eski günlerin hatıralarına dalar. Hele de geçmişi uzun, geleceği kısa olanlar… Rüzgârda savrulup düşen; toprağı sarı, kızıl renkle döşeyen yapraklar ömürlerinden eksilen yılları ve o yılların yaşanmışlıklarını hatırlatır onlara. Acısıyla, tatlısıyla..

Değişen hayat koşulları, insanların hayat tarzlarındaki değişiklikler Sonbahar insanının içini daha da acıtır, onu daha da geçmişe götürür. Çünkü artık onun sevdiği klasik müzik ve şarkılar çalmıyor radyolarda.  Arada bir tesadüfen yakalanan eski bir şarkı daha da depreştirir hatıralarını. Bir zamanlar dillerinden düşmeyen,  şimdiyse zamanın tozlu arşivlerine kaldırılan o şarkılar, artık nadiren ulaşıyor kulaklara ve dudaklara. Ekranlardaki abuk sabuk programları benimseyemiyor; sanal dünyayla mecburen tanışsa da onunla bir türlü barışamıyor Sonbahar insanı. O, dünyanın bu günkü keşmekeşliğinden yorgun düşmüştür artık. Çocukluk ve gençlik yıllarının hatıralarına sarılıp onlarla huzur bulmaya çalışıyor. Ailesini, kaybettiklerini, eski dostlarını daha çok özlüyor, onlarla geçirdiği zamanları arıyor. Üstüne üstlük bir de yeni neslin o güzelliklerden mahrum olmasına hayıflanıyor

Zaman su gibi akıyor. Yeni yıla girişimiz daha dün gibi oysa kısa bir süre sonra onu eskilere katıp yenisine başlayacağız. Günler, aylar ve yıllar birbirine ulanarak geçerken, beraberlerinde getirdikleriyle de zamana ve tarihe damgalarını vuruyorlar. Adada bu yıla damgasını trafik kazaları, işsizlik, enflasyon, pahalılık, eylemler vurdu. Tabii ki zaten var olan bir yığın olumsuzluğa ilâve olarak.

Geçen yıldan Adada, Türkiye’de hatta dünyanın her yerinde başlayıp bu yıla daha da şiddetlenerek yayılan, insanlık adına üzücü ve utanç verici olumsuzluklar nedeniyle hiçbir mevsim pek hoş gelmese de; uzun bir yazdan sonra serinleyen havanla yine de sen hoş geldin Sonbahar… En azından bu sorunlarla kan ter içinde değil de serin serin boğuşacağız artık. Ne zaman sonlanacağı; hatta sonlanıp sonlanmayacağı belirsiz olan bu olumsuzluklar tıpkı akıp giden zaman gibi başın almış bir meçhule doğru gidiyor.

Okulların açılması ve yeni ders yılının başlaması da bu mevsimi diğerlerinden farklı kılan bir özellik… Emekli bir öğretmen olarak hayatımın en güzel dönemlerinden birini okullarda, öğrenciler arasında geçirdim diyebilirim. O zamanlar da sorunlar vardı elbet ama bu boyutlarda değildi. Sendikalar ve bakanlıklar arasındaki uzlaşmazlıklar kısa sürede çözüme kavuşurdu. Eylemler şimdiki gibi yılın her ayına yayılmaz, öğrencilerin eğitim hakkı ikide birde sekteye uğratılmazdı. Okulların açılma zamanı öğrenciler ve aileler bayrama hazırlanır gibi hazırlanırlar; coşku ile alışverişe çıkar ve okul için gerekli alışverişlerini yaparlardı. Eski öğrenciler arkadaşlarını yeniden görebilmenin sevinciyle, okula yeni başlayacak olanlar da heyecan ve merakla sabahı zor ederlerdi. Ya şimdi?...  Okullar yetersiz. Olanların tamiratı bile yapılmamış, öğretmen atamaları yapılmamış, sınıflar yetersiz. Aileler çocuklarının okul ihtiyaçlarını karşılayacak maddi güçten yoksun, öğrencilerde eski coşku kalmamış. Hele tedrisatta  (eğitim programı) yaptırılması plânlanan değişiklikler onları okuldan soğuyacak duruma getirmiş.

Baskılarla yaptırılan her şey beraberinde başkaldırıyı da getirir. Bu yüzden henüz temizliğini ve saflığını yitirmemişleri bile isyana sürükler. Haksızlığa karşı isyan, bir yönden haklı bir eylemse de diğer yönden iyiliğe ve güzelliğe açık yüreklerin, güvensizlik ve inançsızlıkla karartılması demektir. Buna sebebiyet vermek en büyük kötülüktür. Bu dinde de ahlakta da böyledir. Dinde gönüllülük esastır. Kuranda da böyle anlatılmaktadır. Kaldı ki dinle bilim birlikte ele alındığı zaman ancak inandırıcılığa ulaşır. Uzun zamandır KKTC okullarında Din derslerinin okutulması bir tartışma konusu yapılmış ve sonunda da empozelerle, hatta tehditlerle, ilgili bakanlığın bunu kabul etmesi sağlanmıştır. Oysa bilinmelidir ki gönüllülükle değil de baskılarla olan yaptırımlar ve bunların kişisel menfaatler uğruna kabul edilip uygulanması haklara bir tecavüz olduğu kadar günahların da en büyüklerindendir. İslâma ve dine inananların da bunun günah olduğunu biliyor olması lâzım.  

Sonbahar diyorum… Mevsim diyorum… Yaprak dökümü diyorum..  Şiirler,  şarkılar diyorum… Diyorum da, memleketin hallerinin etkisinden kurtulup da bir türlü mevsimin hakkını veremiyorum. Oysa en çok sevdiğim bu mevsime “hoş geldin” demem lâzım.. Serinleyen havayla biraz soluklanmak;  içten gelmese de şarkılarla yeniden barışmak, şiirlerle avunmak lâzım…

 

(*) son kuşlar şiirimden

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.