SİZ OLSANIZ CİDDİYE ALIR MIYDINIZ?
Derviş DOĞAN
07 Ekim 2015 Çarşamba 03:46
Onu istemeyiz. Bunu kabul etmeyiz. O bizim. Bu bizim. Biz yöneteceğiz. İyi güzel. Hepsine eyvallah da elimizi taşın altına koymadan nereye kadar bu böyle gider orası meçhul. Fikir yok. Plan, program yok. Vizyon yok. Üretim yok. Ekonomi bağımlı. Taşıma su ile değirmenin dönüp, dönmeyeceği noktasındayız. Siyaset üretemiyor. Bir çok siyasetçi bir çok alanda hem bilgisiz, hem ilgisiz. Bilgi olmayınca, karşınızda bulunan muhatabın etkisi altına girmek kaçınılmaz oluyor. Zira fikir sahibi değilsiniz. Üretemiyorsunuz. Bu sefer ne oluyor? Doğru veyahut yanlış karşıdan gelen her öneriye kayıtsız, şartsız eyvallah demek durumunda kalıyorsunuz. Su projeslnde olduğu gibi. Bugün Kıbrıs Türk siyasetinin içinde bulunduğu sığ yapı budur. Ancak sıkıntılarımız bunlarla da sınırlı değil elbet. Körü körüne bir de muhalefet etme sorunumuz var. Bu genlerimize işlemiş durumda. Her şeye muhalefet ediyoruz. Ancak muhalefet ettiğimiz konulara alternatif çözümler de getiremiyoruz. Bir başka deyişle yaptığımız itrazların altını çözüm üretecek şekilde dolduramıyoruz. Sırf kuru gürültü itrazlarla birçok sorunumuzun kendiliğinden çözülebileceğini sanıyoruz. Ama yanılıyoruz tabi. İtraz ettiğimiz herhangi bir konunun yerine koyabilecek doğrularımızın olması önemli. KIB-TEK konusu mesela. DAÜ mevzusu. Suyu yönetme arzusu. Yargı konusu. Eğitim meselesi. Sağlıktaki sistem sorunu. Kamu verimsizliği vb. Birçok olumsuzluğun doğrudan ilintili olduğu nokta yönetim zaafiyetidir. KIB-TEK konusu hala sürüncemede bırakılıyor. Bu kurum için hükümet programında öngörülen ne idi? Özerk bir yapıya kavuşturulması mı? O zaman daha ne bekleniyor? Neden bir an önce kurumun yapısı özerk bir yapıya kavuşturulamıyor? Çünkü KIB-TEK için öngörülen başka. Türkiye ile hazırlanan ve altına karşılıklı imza atılan protokolün içerisinde KIB-TEK'in özeleştirilebileceğinden bahsediliyor. Bunu şimdi açık açık da ifade edemiyorlar. Özele karşıyız falan diyorlar ama Özerk bir KIB-TEK için de adım atmaktan imtina ile kaçınıyorlar. Karar üretemeyen bir otorite ile karşı karşıyayız. Oysa yapılması gereken belli. Eğer KIB-TEK'in geleceği için hükümet programına giren özerkleştirme ise bunu tartışmalara yer vermeyecek şekilde hayata geçireceksiniz ve konuyu kapatacaksınız. Ve kurumun bundan sonraki akibetini planlayacaksınız. Ha yok elimiz kolumuz bağlı bir şey yapamıyoruz noktasındaysanız, o zaman da doğruları konuşacaksınız ve diyeceksiniz ki,sizlerden oy almak için KIB-TEK konusunda yalan söyledik, sizleri kandırdık. Bunun başka bir izahı olabilir mi zaten? Olamaz! DAÜ mevzusu da öyle. DAÜ için de öngörülen yasa bir an önce hayata geçirilmelidir. Kurum üzerinde yapılan olumsuz tartışmalara daha fazla fırsat tanınmamalıdır. Suyu yönetme arzusu ha keza. Bugün tartışılan işletme ve mülkiyet devrini içeren protokol zamanın başbakanı tarafından imzalanmış. Mecliste bulunan siyasi partiler o dönem konuyu yeterince enine boyuna tartışmadan suskunluğa gömüldüler. Bu suskunluk atılan imzanın onayı anlamına geldi. Nitekim de öyle. Şimdi ortada giderek derinleşen bir kriz var. Suyu kim yönetecek? Para nasıl tahsil edilecek? Boruların geçtiği güzergah ve suyun depolanacağı alanın mülkiyeti kimde olacak vs. Bildiğiniz üzere bugün mevcut yapıda su yönetimi belediyelerdedir. Belediyelerin durumu da ortada. Kaldı ki birçok belediyede su tahsilatı yerlerde sürünüyor. Yani yapılamıyor. Şimdi belediyeler birleşmiş biraraya gelmiş suyu biz yönetmeye talibiz diyorlar. E peki nasıl olacak bu iş? Tahmin edeceğiniz gibi bütün bunlar önceden planlanması ve organize edilmesi gereken konulardı. Kim veyahut kimler tarafından? Hükümetler tarafından, bu ülkeyi yönetiyoruz iddiasında olanlar tarafından. Şu çok açık ki Türkiye'den gelecek suyun üzerinde sadece Kıbrıs'a pompalama hesapları yatmıyor. Daha ileriye dönük bir takım öngörüler var, ki Kuzey Kıbrıs'ta bu konu sadece yüzeysel bir bakış açısı ile değerlendiriliyor. Bu elbette üretemeyen, öngörü ortaya koyamayan, vizyonu olmayan bir siyasetin ülkeyi etkisi altında tutmasından kaynaklanıyor. Oysa bunun için çoktan bir yönetim srtatejisi düşünülmeli ve bu yönde etkin bir otorite ile kararlılık gösterilmeliydi. Şimdi bir plansızlık içerisinde, o yönetsin, bu yönetsin tartışmaları yapılıyor. Yargı konusuna gelince.. Durum vahim. Adli yıl açılışında Yüksek Mahkeme Başkanı sıkıntıları bir bir sıraladı. İvedilikle yasalara ihtiyaç duyulduğuna vurgu yaptı. Yasaların yetersizliğinden yargının önünün tıkandığını söyledi. Ve topu yasamanın önüne bıraktı. Ya eğitim kaosu.. Yeni eğitim öğretim yılına yine sorunlarla girdik. Okullardaki alt yapı eksiklikleri bir yana kadro sıkıntıları da yaşanıyor. Ha bütün sıkıntılarımız bunlarla mı sınırlı? Değil elbet. Eğitimde ciddi bir kalite sorunu da yaşanmaktadır. Bu yıllardır böyle. Çökmüş, güncelliğini yitirmiş bir eğitim sistemi mevcut. Peki çözümü nedir? Bunun cevabını önce siyasetçiler, sonra eğitimciler vermelidir. Ve sağlık.. Hepimizi yakından ilgilendiren. Tabibler yıllardır öyle mi yapsak, böyle mi etsek tartışıyorlar. Henüz bir sonuç elde edilmiş değilim. Oysa çöken bir sistem var. Halkı mutsuz eden hastanelere olan güveni sorgulatan. Hoş sağlık bakanının dahi güven duymadığı ve yurtdışına gidip tedavi olmayı seçtiği bir ülkede hangi sistemden bahsedilebilir ki? Üç beş memurun insiyatifine terk edilmiş bütün devlet hastaneleri. Ve saç baş yoldurtan kamu. Kamu kurumlarının durumu zaten ortada. Hemen hemen hepimizin uğradığı bu kurumlarda işlerin nasıl verimsiz bir şekilde yürüdüğüne tanıklık etmişliğimiz mutlaka vardır. Şimdi genel olarak hal böyle iken, ve bizler yapısal bu sorunları çözebilecek iradeyi bile ortaya koymakta tereddütler yaşarken, karşımızdakilerin bizleri ciddiye almasını nasıl bekleriz?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.