SİYASİ İNTİHAR
Ediz TUNCEL
20 Haziran 2020 Cumartesi 13:05
Memlekete yatırım bahanesiyle özel uçakla bir grup geldi, karantinaya filan girmedi, hazır iş için gelmişken biraz da keyif yapalım dediler, ortalık kalktı oturdu.
Koltuğa oturduğu günden beri her yaptığı iş tam anlamıyla fiyasko olan, Boğaz’da katledilen dört gencin ve yaşanan felaketin bir numaralı sorumlusu olan ve hesabını hala vermeyen Ulaştırma Bakanı VIP’den gelmediler, itfaiyeden girdiler dedi, sonrasında ise muhterem misafirlerin VIP’i kullandıkları ortaya çıktı.
Muhterem Bakan uçuş iznini veriyor ama bu beyfendi ve hamfendilerin sonrasında nereye gittiklerinden haberi de yokmuş, yani ne için geldiklerinden de haberim yok demeye getiriyor.
Bunları buraya davet eden Turizm Bakanı Ünal Üstel, geliş izinlerini veren Ulaştırma Bakanı Tolga Atakan, kararı alan ama resmi gazetede yayınlamayan Bakanlar Kurulu, yani karar aslında yok hükmünde!
Yok hükmünde olan karara uçuş izni veriliyor!
Bu “pek kıymetli misafirler” de yanlarında “teknik vasıfları” pek de anlaşılamayan bir grup genç bayanla memleketi tavaf ederek “iş” gezisi yapıyorlar…
Değil devlet, mahalle bakkalı bile bu kadar ciddiyetsizlikle yönetilmez.
Zaten kör topal giden hükümet sözde bunların yüzünden düştü düşecek.
Ama düşmez, düşemez, düşerse özellikle HP, iktidara geldiği günden beri muhalefetteyken yaptıklarının on beterini yapan ve bir umuttur diyerek kendisine oy veren hemen tüm tabanı kaybeden HP, bir daha o koltukların yüzünü göremeyeceğini biliyor.
Öyle kolay kolay o koltuklardan gitmez.
Diğer taraftan, Başbakan Tatar, hangi akla hizmettir bilinmez, tam anlamıyla siyasi intihara teşebbüs etti.
Ünal Üstel’i görevden alayım darken arada Çalışma Bakanı Faiz Sucuoğlu’nu da görevden almaya, yerine ise hakkında suç soruşturmaları yapılan ve Meclis tarafından dokunulmazlığı kaldırılan Aytaç Çaluda’yı atamaya kalkıştı.
Çaluda’nın gerçekten suçlu mu olduğu, yoksa bir günah keçisi mi olduğu bir tarafa, ona yargı süreci karar verecek, ancak Başbakan Tatar Çaluda ile çektiği bu şutun direkten döneceğini, CB Akıncı’nın bu atamayı kesinlikle veto edeceğini, Faiz Sucuoğlu’nun da bu durum ortaya çıkınca köpür köpür köpüreceğini, Faiz Sucuoğlu’nun siyasi kariyeri boyunca hiçbir ciddi falsosu olmadığını, dahası, UBP içinde aldığı idari görevlerin altından falso vermeden kalktığını, dolayısıyla görevden alınmasının yarar değil de zarar getireceğini nasıl oldu da hesaplamadı!!!
Diğer taraftan, Ünal Üstel yerine Kutlu Evren’in atanması, ülke içindeki siyasi partilerin hep söylediğim gibi, siyasi parti olarak değil de siyasi çete, siyasi tarikat gibi yönetildiğinin bir göstergesinden başka birşey değil.
Sanki bakanlıklar birilerinin tapulu malıymış gibi o bakanlık senin, bu bakanlık benim, gezip gezip duruyorlar, gerekçe ise “bölgeler arası dengeyi gözetmek”…
Yani önemli olan işi bilen şahısların bakanlıklarda oturması değil, bölgeler arası denge ve seçmenin keyfi!
Ondan sonra da balık baştan kokunca memleket tepetaklak gider, herkes de günah keçisi arama derdine düşer…
Bütün bunlar şaşırtıcı değil, 74 sonrasında siyasi parti kılığında kurulan siyasi çete, siyasi tarikat düzeni aynen bügün de devam ediyor, hem de sağcısıyla, solcusuyla, hiçbir ayırım gözetmeden…
Al birini, vur ötekine…
Koronavirüs döneminde memleketin ekonomisi yerle bir olunca, Türkiye de kılını kıpırdatmayınca, hükümet çareyi “açılmakta” buldu, ama açılmadık, resmen saçıldık…
Pandemi kapanma sürecini mahalle aralarında kahve partileriyle geçiren, bakkalları marketleri çoluk çocuk dolduran, her konuda paçalarından bile zeka fışkırırken elini yıkamayı bile ancak virüs sayesinde öğrenen, sorumsuzluklarıyla polis ve sağlık çalışanlarında huzur bırakmayan, sosyal mesafe kavramıyla ilk kez tanışan ve ne anlama geldiğini anlamakta bile zorluk çeken bizim ahali zincirinden boşanmış mandalar gibi yollara döküldü, marketlerde, alışveriş merkezlerinde, yollarda, caddelerde üst üste bindi, yine bildik saldım çayıra mevlam kayıra manzaraları oluştu, ahali sokağa dökülür dökülmez memleket bir uçtan diğer uca yakıldı, çevre kirliliği hat safyaha ulaştı, benzin istasyonlarındaki basınçlı suyla araba yıkama ve araba yıkayacağım darken etrafı pisliğe bulama faaliyetleri de aldı başını yürüdü…
Herşey bitti gitti, ortalık süt liman oldu, artık virüs diye bir derdimiz de kalmadı nasılsa!
Dünya çeksin gayleyi!
Nasılsa bizim gibi virüslere öyle virüs mirüs bulaşmaz, bulaşırsa zararlı kendisi çıkar…
Zaten muhterem Ekonomi Bakanımız Hasan Taçoy da “artık eskisi gibi kapanmayacağız” demiyor mu!
Ne gereği var canım, kapanmayız, sözde tedbirlerle maçı idare ederiz, kimse kimseyi sallamaz, ama mezarları kapatırız, gidene de zatürreden gitti deriz…
Arada, artık kapanmayacağız diyen Hasan Taçoy veya başka bir siyasi de bir koronacıkla “öpüşürse” ve hastanede “şindik nolacak benim halim” diyerek beyaz tavanı seyretmeye başlarsa , işte o zaman seyredin siz alemi…
Benim ikisi akraba, üç tanıdık nasılsa gitti!
Üstelik de ikisi genç yaşlarındaydı, dördüncüsü zar zor kurtuldu.
Ha, bu arada, Sağlık Bakanı, İçişleri Bakanı, veya hükümetten biri çıkıp da bize son beş senede bu dönemde olan ölümlerle bu sene aynı dönemde olan ölümlerin istatistiklerini ve ölüm sebeplerini açıklama zahmetine katlanır mı acaba???
Kulağımıza gelen fısıltılar pandemi döneminde özellikle de virüsün görüldüğü bazı bölgelerde ölüm oranlarının geçen yıllara göre kısmi artış gösterdiği şeklinde…
Dünyanın her yerinde feci şekilde bulaşan bu virüsün sözde alınan, daha doğrusu çok geç alınan göstermelik tedbirlerle bizim ahali içinde yayılımının engellendiği iddiaları öyle çok da inandırıcı değil…
Üstelik de yapılan hızlı testlerin en az 40% oranında hata payı olduğunu, hızlı testlerle pcr testlerinin sonuçlarının birbirini pek tutmadığını da dikkate alırsak…
Dünyadaki örneklerde tek bir kişinin 500 kişiye kadar insanı enfekte edebildiği örnekleri varken her ne halse, bizdeki vakaların çevresini enfekte etme oranı nerdeyse hiç olmamış…
Ne tesadüf, belki de “bizim virüscük” başka türlü bir koronaydı, belki de korona değil, moronaydı…
Hoş, Türkiye’deki bilim kurulunun her cümlesi maksimum beş kelimeyi geçmeyen “üstat” profesörü hükümet açılım kararı alır almaz siyasilerin keyfi olsun diye ortaya fırlayıp da “yenisinin etkisi azaldı, bu piyasadaki virüs yeni bir virüs” demedi mi!!!
Alem ahmak, bir bunlar akıllı!!!
Diğer taraftan Sağlık Bakanı da yüzünden düşen bin parça halde “aman dikkat, başımızdaki dert devam ediyor, dikkat etmezsek başa döneriz” diye bas bas bağırıyor.
Diğer taraftan, Amerika’daki bazı bilim adamı müsveddeleri de bunun tam tersini söylüyor, “yenisinin etkisi daha fazla” diyorlar, tam da başkanlık seçimi sürecinde siyasi rant ortamı yaratmaya çalışıyorlar…
Hangisi doğru, yenisi mi, eskisi mi?
Yoksa ikisi de hikaye mi, piyasada 2 değil de 22 tane farklı türü mü var?
Bana sorarsanız değil 22, belki de herbiri farklı bulaşkanlık ve ölümcüllük seviyesinde geliştirilmiş 222 tane türü var piyasada, herifler bunları çatır çatır laboratuarlarda üretiyorlar, bazılarının genetik kodlarının patentlerini alıyorlar, bazılarını elbette ki kendilerine saklıyorlar, sonra da işlerine geldiği gibi ortalıkta kullanıyorlar.
Ta 1970lerden beridir kafamıza uçaklardan her türlü kimyasalı sıkıyorlar, Trump iktidara gelene kadar varlığını kabul etmedikleri uçakları ve uygulamayı Trump uçakta poz verince kabullendiler, yazın internete chemtrails diye, bakın görün kafamıza neleri nasıl indiryorlar.
Diğer taraftan, geçen sene Nisan ayında Dünya Sağlık Örgütü boşuna mı hemen tüm devletlerin sağlık bakanlıklarına bir uyarı gönderip de influenza kaynaklı bir pandemiye hazırlıklı olun dedi, TC Cumhurbaşkanlığı bu konuda genelge bile yayınladı, olası bir tehdide dikkat çekti!!!
DSÖ’ye vahiy mi indiydi de bir sene sonra öngörülen pandemi gerçek oldu…
Şimdi en büyük endişelerden biri işlerin çığırından çıkmaya yüz tuttuğu Türkiye ile KKTC arasında uçuşların başlaması…
Elbette ilelebet kapalı kalamayız, öyle ya da böyle dışa da açılım olacak, ama belli ki kimse bu açılım sonucuna güvenmiyor, açılım derken saçılım olacağını öngörüyor…
Ancak ta geçen Şubat ayında bas bas bağırarak ciddi bir tehlike geliyor, derhal kapanalım, gidecek ve gelecek olanlar bir hafta içinde gidecekse gitsin, gelecekse gelsin, kapanıp hayatımıza normal devam edelim, okullarımız, üniversitelerimiz açık kalsın, iki, bilemedin üç ay çevremizi gözleyelim, sonra ona göre ne yapacağımıza karar verelim dediğimizde afaroz edildik, faşist ilan edildik…
Bizi afaroz edenler, faşist ilan edenler çok değil, bir ay sonra kıç korkusundan tedbirler konusunda benden on kat daha faşist oldular…
Bu arada da olan oldu, hayat durdu, okullar ve üniversiteler de kapandı, en az 50 bin öğrencimiz ülkesine döndü, hastanelerimiz bile kapandı, hasta kabul etmemeye başladı, herkes herkesi öcü olarak görmeye başladı, ayakkabı alacağınızda bile gözlerinden zeka fışkıran satıcı ayakkabıyı giyemezsiniz, alacaksanız göz kararı alın demeye başladı…
Işte, paçalarından akıl akan bir ahali olmak buna denir…
Hoş, kabahat bendeydi zaten, elini bile virüs sayesinde yıkamayı öğrenen bir ahaliden olaylara karşı mantıklı yaklaşım sergilemesini beklemek, olsa olsa benim gibi “dinazor çağından kalma son örneklerin” beklentisi olur…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.