SİTEMKÂR DİZELER
Hatice İNTAÇ
13 Ekim 2015 Salı 02:22
Kurşuni bulutları izliyorum Kırık kalpli penceremden Dışarıda deli bir rüzgâr Dudaklarımda isyankâr küfürler Çok gerilerde şimdi Sözcüklere kelepçe taktığım Takmak zorunda kaldığım O memur günler!. O gün Bir yağmur damlası olmak vardı Camlardan özgürce süzülen Dilimin ucundaydı da kelimeler Dudaklarımdan dökülemediler Dişlerimle kanattım dilimi Kana bulandı rakı bardağım Sebebini bilemediler Veya bilmek istemediler. Siz! Lüks otellerin süit odalarına dadananlar Siz! En pahalı lokantalarda Kadeh kaldıranlar Hak yemeyi mubah sayıp Dünyayı kendilerinin sananlar Ve cebinde akreple dolaşanlar Geberin! E mi? Oysa Apaçıktı cümlelerim Siz parantezleri seçtiniz Ellerim ellerinizde kirlendi Yıkayacak su bulamadım Pişmanlıktan başka Maske takmadım ben yüzüme Olduğum gibi çıktım sahneye Pişkinlik size nereden bulaştıysa Veya ruhunuzdaysa Anlayamamak ve inanmak düştü bana Yapma çiçekleriniz dökülürken bir bir Yine de ben oldum sizin yerinize Utancımdan çıplak kalan Tutsak edemedim düşüncelerimi Prangalar takamadım onlara Dilime döküldüler Suç işledim Yasak bölgeye girdim Korktular Diken diken oldu tüyleri Oysa bir gece kuşunun türküsüydü Söylediklerim Anlamadılar ***** Güneş ne de güzel yönetiyor ışıklarını Bir yanda aydınlık, bir yanda loşluk Kırık bir aynadan bakıyorum görüntüme Aydınlık ulaşmıyor yüzüme “onur” küskün duruyor gözlerimde Ben ne kadar “duygu” y sam Siz o kadar “mantık” Ne kadar sebatkârsam Siz o kadar riyakâr O kadar tamahkâr Ve sahtekâr İşte bu yüzden diyorum ki Ödünç verilmiş hayatımda Ne kadar harcanmışım varsa değmezlere Geri almak mümkün olsaydı keşke Yine de son güllerini yaz bahçelerinin Armağan etmek isterdim Kalan ömrüme… Bugün yazıma, bundan bir süre önce ataşe olarak görev yaptığım İstanbul Başkonsolosluğunda tanık olduğum, gördüğüm, yaşadığım birtakım haksız ve usulsüz olaylar karşısındaki duygularımı ve isyanlarımı dile getiren; o günlerde yazdığım bir şiirimle başlamak istedim. Bu adada yıllardır hükümet edenlerin, halkın artık tabiri caizse canını burnuna getiren usulsüzlük ve haksızlıklarının, onun bir uzantısı olan bazı dış temsilciliklerde de bir zamanlar yaşandığının bilinmesini istedim. Uzun zaman görev yaptığım o yerde sayısını şimdi hatırlamadığım başkonsoloslarla çalıştım. Aralarında dürüstlüğü, özverisi ve iş bilirliği ile saygıyla hatırladıklarım olduğu gibi; kişisel çıkarlarını ön plânda tutan, insan ayırımı yapıp çıkar sağlayacaklarına yardımcı olurken diğerlerini umursamayan, koltuğunu yitirmemek için yalan söyleyen, iftira eden hatırladıklarım da var. Eski evraklarımı karıştırırken aralarından çıkan, o zamanlar alelacele karaladığım bu şiir beni o günlere taşımaya yetti. Üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin küçük bir kıvılcım yürekte bir yangına dönüşmeye yetiyor bazen. Dünmüş gibi hatırlatıyor bazı olayları ve insanları. Bazı hatırlayışlar yüzünüzde bir gülümseme yaratırken bazılarıyla kaşlarınız çatılıyor, kalbiniz istem dışı isyan ve öfkeyle doluyor. Kendinizi karşı tarafın yerine koyup “değer miydi” diyorsunuz. Sırf kendi çıkarları görünmesin, duyulmasın diye başkalarına kötülük yapmaya değer miydi? Mevkiler, koltuklar ne yazık ki üstüne yapışılsa da baki değildir. O saltanat er geç bitmeye mahkûmdur. İşte o zaman çevrenizde kayırdığınız insanlar bile kalmaz. Hele zarar verdikleriniz, haksız yere üzdükleriniz, yaptıklarınız görülmesin, duyulmasın diye haklarında yalan söyledikleriniz, iftira ettikleriniz adınızı bile duymak istemezler. Onların sizi gördükleri yerde yüzünüze olmasa bile yere tükürdüklerini biliyor musunuz? Ya siz! Onlarla karşılaşınca yüzlerine bakabiliyor musunuz? Belki de bakabiliyorsunuz, eski saltanatınızın hâlâ geçerli olduğunu sanarak!. Utanmıyorsunuz! Esasen sizde o duygu olsaydı o zamanlar da olurdu. Bu küçücük adada bitmeyen usulsüzlükler, haksızlıklar, gayrı meşruluklar yaşanıyor. Bu yüzden de insanların stresi, haklı isyanı bitmiyor. Nasıl bitsin ki? Kaçakçılık, vurgun, kara para, beyaz kadın ticareti, ilkokullara kadar inen uyuşturucu, kodamanların ve yarınını daha da garantiye almak isteyenlerin ortak olduğu kumarhaneler bu adanın her yanını sarmışsa ve hükümet edenlerin bunları engellemeğe gücü ve isteği yoksa halkın huzursuzluğu biter mi? Gerek eski gerekse yeni siyasilerin bazılarını bundan tenzih etsek de ne yazık ki geriye kalan çoğunun hesapları sadece bir koltuk kapmak ve ona yapışmaktır. O koltuk ne kadar sihirli bir şey ki oturan ya kişilik değiştiriyor, ya da daha önce gizlediği kişiliğine rücû ediyor. Koltuk onlar için bir milât. O milâttan sonra tek düşündükleri daha neler kapabilecekleri, nasıl daha lüks yaşayacakları, emekli olunca nelerden yararlanacakları.. O koltuğa bir kere oturanın ömür boyu sırtı yere gelmez. Koltuk gitse de hayatları, ayrıcalıkları, refahları garanti.. Baksanıza eski başbakanın altında hâlâ lüks araba, yanında da iki koruma varmış. Daha bilmediğimiz, duymadığımız kimlerin neleri var acaba? Oysa bir memur, bir işçi çalışmasa maaşı, gündeliği kesilir, onlarınsa haksız gelirleri ömür boyu sürer. Bu nasıl bir adalet, nasıl bir düzen? Hadi hepsini görmezden gelelim de bari kıyıp bırakamadığınız o koltuklarda otururken bir işe yarayın be kardeşim. Olumsuzluklara mahkûm edildiğimiz, nüfusumuzun üç yüz bin bile olmadığı bu adada huzurlu ve adil bir yaşama kavuşmanın tek şartı farkında olabilmek ve bu düzene artık dur diyebilmektir. Bunun için de bu üç yüz bin yüreğin ve beyinin ayni amaç, ayni inanç ve ayni cesaretle birleşmesi gerekir ki; işte o zaman değil üç yüz bin; üç milyar nüfus gücünde oluruz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.