NEREDEN NEREYE…
Ediz TUNCEL
02 Nisan 2018 Pazartesi 08:00
Neydi bir zamanların Kıbrıs’ı…
“Kıbrıs” derken KKTC’yi kastediyorum, en azından.
“Bir zamanların” derken de çok değil, 20 yıl kadar öncesinden bahsediyorum.
Toplumsal barışın, huzurun, sükunetin olabildiğince hüküm sürdüğü bir yerdi, KKTC…
Partizanlıktan, siyasi adiliklerden kaynaklanan rezillikler yine vardı, siyasi atmosferin toplum üzerinde yarattığı baskı yine yoğundu, ancak genel olarak hayatımızda ve sokaklarda uyuşturucu çeteleri, uyuşturucu cinayetleri, uyuşturucu ölümleri, envai tür katiller, cinayetler, çocuk tecavüzcüleri, kadın tecavüzcüler, envai tür manyaklar, haraççı-rüşvetçi-kundakçılar, dolandırıcılar, kumarhane-kerhane mafya türevleri ve sair envai tür ithal suç unsurları, hayatımızı cehenneme çeviren ve kazadan öteye vahşete dönüşen ölümlü trafik kazaları, akıl almaz bir trafik kaosu, sokak aralarında, üniversite öğrencilerini hedef alan ve her köşe başında açılan bet ofisler, eğreti meyhaneler, abuk subuk barlar, sabahlara kadar açık olan içkili eğlence mekanları, manyakça çevre tahribatı, her köşe başına türeyen fanatik din simsarları, tarikatlar, cemaatlar, din sömürüsü gibi sorunlar ve sorun kaynakları pek yoktular…
O zamanlar memleketin nüfusu da elbette daha azdı ve nüfusa yetecek kadar polis de vardı ve polisin yetkileri de şimdikinden biraz daha fazlaydı, telefonu açıp da herhangi bir gürültü patırtıyı, huzursuzluk kaynağını şikayet ettiğiniz zaman anında müdahale edilir ve dert ortadan kaldırılırdı.
Son yirmi yıl içinde akıllara zarar bir dönüşüm yaşandı, KKTC denen küçük devletçik tam bir suç yatağına dönüştü, tam bir açık hava tımarhanesine dönüştü.
Şimdi bir bakıyorsunuz ki bir günün gazete manşetlerinde gece kulübü denen kerhanelerin patronlarından biri memurların, vekillerin maaşlarının bilmem ne kadarını biz ödüyoruz, vergimizi veriyoruz der, diğer günün gazete manşetlerinde ise gece kulüplerinde seks kölesi olarak çalışan gencecik kadınlardan biri havuzda boğulmuş, bir diğeri aşk cinayeti sebebiyle alnından vurularak öldürülmüş, bir diğeri sözde “kalp sorunundan” ölmüş, bir diğerinin makatına soda şişesi sokulup kırılmış, diğerlerinin makatları, vajinaları adına aşırı ve korunmasız cinsel ilişki dedikleri, ama aslında “en hayvanatça türden yaşadıkları tecavüzlerden” dolayı yara bere içinde kalmış…
Manzaraya baktığınızda sanırsınız ki sanki da ilkel çağlarda zafer kazanmış bir ordunun çapulcu askerleri ele geçirdikleri düşman kadınlarına tecavüz ediyorlar, eziyet çektiriyorlar…
Devlet ve devleti yönetenler nerede peki?
Lafazanlık peşinde, cek caklarla, populist söylemlerle günü geçirme derdinde…
Biri çıkıp da, şu seks kölesi kadının makatına soda şişesi sokan ve kıran manyağı ve buna sebep olanların hepsini toplayın, içeri tıkın, hukuk ve adalet çerçevesinde gereği neyse yapın, verilebilecek en ağır cezayı verin, analarından doğduklarına pişman edin, parayla satın aldıkları kadının makatına şişe sokmak da neymiş, en alasından gösterin dedi mi?
Hayır demedi, demeycek de…
Bir diğer habere bakıyorum, Cezaevindeki tecavüzcüler, sapıklar, katiller af isteriz diye tutturmuş, yemek yemiyorlarmış, yedikleri yemek de bizim cebimizden kesilen vergilerden yedikleri yemek, her kuruşu zehirleri zıkkımları olsun…
Bir başka haberde, adını birkaç defa sadece basından duyduğum Esentepe Belediye Başkanı Cemal Erdoğan’ın aracına bir çekicinin arkasında çekilen ve çekici aracın kayması sonucu kontrolden çıkan bir beton mikseri çarpmış, Erdoğan da sinirlenip çekicinin sürücüsüne küfredip yumruk atmış, darp ve uygunsuz davranıştan tutuklanmış…
Hergün ortalama 150-200 kilometre yol yaparım, haftalık olarak bin kilometrenin altına pek düşmem, yılda 50-60 bin, bazen 80 bin kilometreyi çok rahat geçerim, genelde anayollarda sürüş yaparım, ara sıra da şehir içlerinde, bazen de fotoğraf merakı sayesinde dağlarda, bayırlarda, toprak yollarda…
Bir teki bile benden kaynaklanmayan sayısız kazayı kılpayı atlattım, bazılarında da, göz göre göre çarpılan, durduk yerde başkasının sorumsuzluğu, tedbirsizliği, dikkatsizliği yüzünden kazaya uğrayan, zarar gören taraf ben oldum…
Allah’ın sevgili kuluymuşuz ki bazılarından ucu ucuna, bazen saniyenin yarısı kadar bir zaman diliminde ortaya koyabildiğimiz reflekslerle hiçbir zarar almadan da kurtulduğumuz oldu.
Yıllar yılıdır doğrudan içinde yaşadığım trafik kaosunda şunu net şekilde görüyorum: Yollarda düpedüz bir ağır vasıta, kamyon ve beton mikseri terörü var, herbiri ölüm saçan cehennem zebanisinden farksız, yüz tanesinden ancak birkaç tanesi trafik kurallarına uyarak ve dikkatli şekilde sürüş yapar, gerisi tam anlamıyla cehennem fırlamış zebanisi gibidir, şerit ihlallerinden, aşırı süratten, emniyetsiz şekilde yük taşımaktan, kırmızı ışıkta ihlalden tutun da aklınıza gelebilecek her türlü ölümcül trafik ihlalini yapıyorlar…
İnsan yolda giderken bunları gördü mü önlerinden kaçmaya, ellerinden kurtulmaya çalışıyor.
Çünkü büyük araç şöförleri (ki bunlara bazen otobüs, minibüs, kamyonet ve özellikle de şehirler arası gidip gelen, Allah ne verdiyse Mercedes’in pedalına yükleyen, saatte 200 kilometreyi bulan süratlerle “uçuşa geçen”, bir anda arkanızda biten ve arabasının ucunu tamponunuza dayayan tabba lamarinacı taksi şöförleri de dahildir) altlarındaki canavara güvenerek öylesine pervasızca sürüyorlar ki, dünya umurlarında değil, bir kaza olursa kendilerine pek de birşey olmayacağının da farkındalar…
Karıştıkları kaza denen vahşet ötesi cinayetlere baktığınızda karşınıza bilinçsiz, eğitim seviyesi düşük, sömürme derecesinde çalıştırılan, sorumsuz, doyumsuz, isyankar sürücüler çıkar.
Bunların yüzünden kaç tane tanıdığımızı, canımızı, ciğerimizi kaybettiğimizi unuttum.
Polisin tüm trafik devriyeleri bunların peşinde 24 saat boyunca koştursa, yine gücü yetmez.
Topladığı seyrüsefer vergilerini ancakta maaşlara harcayan, tüm trafik altyapısının masrafını da Türkiye’den gelecek yardımlardan bekleyen devlet ise yollardan çoktan kaybolmuştur, yoktur, artık bunu kabul edelim.
Şimdi gelelim konunun başına tekrardan…
Yolunda giderken bir anda dehşetengiz bir durumla karşı karşıya gelen ve yarım metre daha derinden çarpsa, şöför bölgesini doğrudan doğruya biçecek ve Cemal Erdoğan’ı kıymaya çevirecek olan beton mikserini çeken aracın şöförü yediği yumruğu ve küfürü haketti mi haketmedi mi, mağdur olan taraf böylesi bir tepki ortaya koymalı mıydı, koymamalı mıydı!!!
Kimse kusura bakmasın ama, tedbirsizliğiniz, sorumsuzluğunuz, dikkatsizliğiniz yüzünden adına trafik kazası denen o dehşeti kendi yolunda giden birine durduk yerde yaşattığınızda hakettiğiniz nedir???
Hade bunun cevabını sanal ortamda dokunulmazlığın arkasına saklanıp da bu kazada kazayı yapan sürücüye yumruk attı diye esas mağdur olan Erdoğan’a saldıran klavye kahramanları versin…
Neymiş efendim, çekici kaymış, çektiği beton mikseri çekiciden çıkmış, savrulmuş, karşıdan gelen Cemal Erdoğan’ın aracına çarpmış…
Bu kadar basit mi gerçekten???
Bu kaza elde olmayan sebeplerden dolayı mı yaşandı?
Yok kardeşim, yok böyle birşey, kimse hikaye okumasın…
Trafikte elde olmayan, beklenmeyen sebep diye birşey yok, olamaz da, gereken tedbir alındığında, tedbirli şekilde ve olabilecek riskler düşünülerek sürüldüğünde, hiçbir kaza olmaz, olamaz!!!
Otuz seneden fazladır hergün araba sürerim, yollarda birbuçuk milyon kilometreyi çoktan geçtim, bunu belki de yüzbin kere öğrendim, tecrübe ettim…
Sen gereken tebdiri almayacaksın, yol şartlarını dikkate alarak gerektiği gibi sürmeyeceksin, şans eseri ölümle veya yaralanmayla sonuçlanmayan bir kazaya sebep olacaksın, yolunda giderken durduk yerde başına sarılan beladan dolayı tepesi atık olan vatandaştan yumruğu ve küfürü yiyince de mağdur olduğun iddiasıyla gidip polise şikayette bulunacaksın, polis de durduk yerde başı belaya gireni kendi adaletini kısmen kendi sağladı diye içeri tıkacak, dava okuyacak, mahkemeye çıkaracak, uğraşıp duracak…
Neden? Vatandaş başına durduk yerde, başkasının sorumsuzluğu, tedbirsizliği yüzünden gelen beladan dolayı sırf kendi adaletini tepkisel olarak kendisi yerine getirdi diye…
Sırf, aslında tedbirsizlikten ölüme veya yaralanmaya veya mala hasara sebebiyet verme davranışı yasalarda “trafik kazası” diye geçtiği için…
Sırf devlet kendi üzerine düşeni yapmıyor ve trafik ölümcül bir kaosa dönüştü diye…
Kimse kazaya sebebiyet vermek istemez, uğramak da istemez ama, bu iş bu kadar basit değil, istemekle veya istememekle olacak, bitecek iş değil kazalar…
Tedbirini alırsın, olmaz, almazsan da olur, sorumlusu da tedbiri almadığın için sen olursun.
Peki, tedbirsizlik ve yukarda saydığım sebepler yüzünden yollarda gereken tedbirleri alması gereken, vatandaşını koruması gereken devlet nerdeydi?
Yoktu, yıllardır da yok…
Yıllar önce, başıma gelen birkaç kazanın arasında, yukardakinin bir benzeri benim başıma geldi, ama olayın tersi yaşandı, seni polise şikayet edeceğim deyince elin insan müsveddesi beni üstüne üstlük dövmeye kalktı, evdeki hesap çarşıya uymayınca ve kendisi bir temiz tertiplenince, bu sefer de beni dövdü diye şikayetçi oldu, işin acı tarafı, şikayeti de dikkate alındı, derdinizi mahkeme çözsün dendi, altı ay mahkemeye gittik geldik…
Neden? Kendini cehennem zebanisi yerine koyan, insan hayatını hiçe sayan, kendini yolların fatihi sanan bir insan müsveddesinin, beyni bit beyni kadar işlemeyen, hem suçlu, hem güçlü, hem yüzsüz, hem de terbiyesiz olmayı marifet sayan bir yaratığın durduk yerde açtığı bela yüzünden…
Ve bu yaratık halen aynı kafayla, ayni kokuşmuş beyinle, aynı sapkın ruhuyla yollarda dolaşıyor.
Peki, şimdi yaşadığı olaya karşı şiddetle cevap veren Cemal Erdoğan yanlış mı yaptı?
Var olan ama iş işten geçene kadar işlevi olmayan, devreye girmeyen, ancak iş işten geçtikten sonra işlemeye başlayan, devreye giren, devreye girince de mağdurla suçluyu bir tutan, ayırt edemeyen, hatta bazen esas suçluyu aklayan, mağduru da sanık sandalyesine oturtan bu devletin hukuk sistemine göre evet, hata yaptı.
Durduk yerde canını ve malını tehlikeye atana karşı gösterdiği tepki adamı sanık yaptı, suçlu yaptı…
Kazaya sebep olan vatandaşın kazadan sonra “hal hatır sormaya” kalkması birşeyi değiştirmez, önemli olan gerekli tedbirleri alarak o kazaya sebebiyet vermemesidir, mağdur olana o dehşeti yaşatmamasıdır…
“Kazadır, olur, elde olmadan oldu, istemeden oldu, kusura bakılmasın” diye bir mantık da kabul edilecek bir mantık değildir, aslolan herkesin sorumluluğunu yerine getirmesidir…
Tekrar edelim, aklı başında kimse ne kazaya uğramak ister, ne de kazaya sebebiyet vermek ister, ama hiçbir mazaret de sebep olunan “kaza kılığındaki” dehşeti affettirmeye yetmez, mağdurun tepkisi de şiddet boyutunda ortaya çıkarsa, kimse niye böyle oldu diye sorgulamasın.
Bu çarpık mantık yüzünden sayısız insanımızı kaybettik, sayısız insanımız da sakat kaldı, malından mülkünden oldu, yasalar ise hala caydırıcı değil, devlet hala yollarda kayıp…
Elbette bu terörü yaşatanlar sadece ağır vasıta şöförleri değil, yurt dışından gelip de burada araç sürenlerin de çoğu trafik kurallarını hiçe saymakta, ölümcül sürüşler yapmaktadırlar.
İstisnalar kaideyi bozmasa da, hergün yollarda gördüğümüz manzara budur ve bu kaosun, bu dehşetengiz olayların tek sorumlusu da sorumsuz, bilinçsiz, çağdaş normlarda bir ehliyet sınavına alınsalar en az yüzde doksanbeşi sınavdan çakacak ve bir daha da geçemeyecek olan sürücüler değildir…
Devlet de trafikte yaşanan her türlü problemin en başta gelen sorumlusudur, kimse martaval okumaya kalkmasın, bunca dehşetengiz ölümden, katliamdan sonra martaval dinleyecek halimiz yok…
Meraktan soruyorum, iki adım ötemizdeki Rum tarafına geçtiğimizde neden Kuzey’deki trafik kaosunun zerresini, zırnığını Rum tarafında görmüyoruz???
Nedeni basit, çünkü o tarafta devlet var, altyapı var, trafikte herkesi hizaya sokan bir düzen var, devletin varlığı en sorumsuz sürücünün bile aklını başına getiriyor, sorumsuz olanın kendisini bile kendi sorumsuzluğundan koruyor, ve hepsinden en önemlisi, vatandaş da kurallara uyuyor, trafikte olabildiğince bilinçli ve sorumlu davranıyor…
Peki bizim farkımız ne…
Her türlü numaraya, lafazanlığa basan kafalarımız sıra insan gibi yaşamaya gelince niye basmıyor!!!
Acaba farklı bir tür insan cinsi olduğumuzdan mı, ne!!!
Bu güzelim ülke nerden nereye geldi, işte manzara ortada…
O zavallı seks kölesi kadına sokulan şişe, aslında bizim ilkelliğimiz, sorumsuzluğumuz ve basiretsizliğimiz yüzünden kendi kendimize soktuğumuz kazzıktır da hala kabullenmek ve hizaya gelmek istemiyoruz…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.