MİNİK ALİ’Yİ GÖRSÜNLER BİR!!!!
Ayşegül Garabli
26 Eylül 2016 Pazartesi 12:38
Cuma günü, Hacettepe Üniversitesi Hastanesindeydim.
Mekan yabancı olsa da, insanların büyük bir bölümü çok tanıdıktı.
Hatta öyle ki; kendinizi Kıbrıs’ta hissediyorsunuz.
Onlarca Kıbrıslı vardı, ancak hiç birisinin yüzü Kıbrıs’taki gibi gülmüyordu.
Nasıl gülsün ki?
Karşılaştığım Kıbrıslıların neredeyse %90’nın yakını, ileri derecedeki kanser hastalığıyla savaşıyormuş.
O yüzden de, kimisi annesini, kimisi babasını, çocuğunu ya da kardeşini, kısacası hepsi hayatındaki en değerlilerinden birisini onkoloji bölümüne getirmiş.
İstinasız hepsinin yüzünde, çaresizliğin hüznünü ve umut kırıntılarının heyecanı vardı.
O, yüzlere yansıyan umut edebilmeyi isteme ifadeleri içimi çok acıttı.
İnanın o an, katma karışık bir çok duyguyu aynı anda yaşadım.
Öfke, kaygı, hüzün, isyan, ne yoktu ki.
Bir an, neden bunca insan, böylesi kötü durumdayken, buralara gelmek zorunda kalsın ki, diye düşünüp öfkelendim.
Yeri geldiğinde, “üniversite adası olduk” diye övünülen bir ülkede neden bu illetin tedavisinin doğru dürüst yapılacağı bir sistem olmasın ki!
Bundan daha önemli bir şey olabilir mi?
İnsanlarımız, bir bir bu hastalıktan ölüyor, ötesi var mı?
Böyle bir durumda neyin önemi olabilir ki?
Hadi diyelim tedavi imkanı yok peki ya bu denli yayılmaması için bir araştırma, bir önlem var mı?
Artık neredeyse her eve girdi bu illet ve giderek de artıyor, bu konuda yetkililer ne yapıyor?
Neden dolayı bu denli arttığı ile ilgilenen var mı?
Yok!!!
Ancak, bu konu ile ilgili dernekler ve bazı sivil toplum örgütleri tabiri caizse canlarını yiyor.
Yiyor da, onlar bir taraftan hasta olanların kurtulması için savaş verirken, diğer yandan alınmayan önlemler ya da verilen yanlış kararlar yüzünden, hastalık hızla büyüyor ve yayılıyor.
AKSA’nın kansere yol açan yakıt kullanmasına izin verenler,
Otellerin arıtmasız olarak, atık sularını denize dökmesine göz yumanlar,
Bilinçsiz tarım ilacı kullananlar ve bunları denetlemeyenler,
Bu devirde hala daha asbest borularla su gelmesini umursamayanlar,
CMC atıklarının, yeraltı sularına karışarak adaya yayılmasını önemsemeyip, temizlenmesi için bir çaba sarf etmeyenlerin,
Mersedese binmeyi, sağlık sisteminden daha önemli görenlerin, gelip bu insanları görmesini isterdim.
Bu illetten dolayı bir gözünü kaybetmiş, kısmi felçli Selma Abla ile tanışmalarını isterdim.
Hatta Selma Abladan, yaşam öyküsünü dinlemelerini isterdim.
Kıbrıs’ta Selma ablanın yakınlarına “ alın eve götürün ve her istediğini yapın” denmiş ancak hangi evlat böyle bir söylemi kabul edip oturup kalabilir?
Evlatları da oturup kalmamış ve araştırmaya başlamış.
İyi ki de araştırmış.
Çünkü Selma abla, Hacettepe de geçirdiği bir dizi ameliyattan sonra bu illetten, kurtulmuş ancak, Hacettepe’ye gelene kadar kaybettikleri geri gelmemiş tabi.
Sonra bir de minik Ali var.
2 yaşında ve daha dünyadan bir haber.
Hastalığına inat herkese gülümsüyor ve çok tatlı.
Ama annesi ve babası gülemiyor.
Doktorlar, durumunun iyiye doğru gittiğini söylese de, annenin endişesine ve üzüntüsüne çare olmamış.
Nasıl olsun ki?
Evlat, canından kopan bir can.
Bu durumu yaşamayan, o annenin yaşadıklarını anlayamaz elbette ama yetkililerin anlaması için ille de yaşaması mı lazım.
Hiç kimsenin yaşamasını diliyorum ancak dilemek çözüm değil.
Bir an önce bu konuyla ilgili çok ciddi çalışmalar yapılıp, önlemler alınmalı.
Zira sağlıktan ötesinin önemi de yok, anlamı da.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.