MEVSİM SONBAHAR….
Hatice İNTAÇ
21 Eylül 2018 Cuma 11:51
Güneşin saltanatı da buraya kadarmış
Eskisi gibi yakmıyor sıcağı.
Loş sabahlara uyanıyoruz
Bulutların boy gösterme zamanı.
Akşamüstleri kuş kafileleri geçiyor
Belli ki sıcak diyarlara yolculukları
Daha hüzünlü geliyor artık akşam ezanları.
Mahallede top oynayan çocuklardan eser yok
Malum, okul zamanı
Gecelerse birer hüzün yumağı
O neşeli yazdan eser yok.
Uzun süren kavurucu bir yazdan sonra nihayet Sonbahara ulaştık. Bu mevsime ait aylar her ne kadar takvim olarak Eylül, Ekim ve Kasımsa da biz adalılar olarak Sonbaharı kısacık da olsa ancak Kasım ayında yaşarız. Eylülle Ekim yaza ulanmıştır buralarda. Hatta adada dört mevsim değil de yazla kış diye iki mevsim var desek yanlış olmaz. Bizde baharlar kaşla göz arasında biter. Kendimizi aniden ya yazda ya da kışta buluruz. Baharlık kıyafetlerimizi giyecek kadar bile zaman tanımaz ne İlkbahar ne de Sonbahar.
Zaman su gibi akıyor. Yeni yıla girişimiz daha dün gibi oysa kısa bir süre sonra onu eskilere katıp yenisine başlayacağız. Günler, aylar ve yıllar birbirine ulanarak geçerken, beraberlerinde getirdikleriyle de zamana ve tarihe damgalarını vuruyorlar. Adada bu yıla damgasını enflasyon, pahalılık, eylemler vurdu. Tabii ki zaten var olan bir yığın olumsuzluğa ilâve olarak.
Geçen yıldan Adada, Türkiye’de hatta dünyanın her yerinde başlayıp bu yıla daha da şiddetlenerek yayılan, insanlık adına üzücü ve utanç verici olumsuzluklar nedeniyle hiçbir mevsim pek hoş gelmese de; uzun bir yazdan sonra serinleyen havanla yine de sen hoş geldin Sonbahar… En azından bu sorunlarla kan ter içinde değil de serin serin boğuşacağız artık. Neler yaşanmadı ki bu yılda!.. Ne zaman sonlanacağı; hatta sonlanıp sonlanmayacağı belirsiz olan bu olumsuzluklar tıpkı akıp giden zaman gibi başın almış bir meçhule doğru gidiyor.
Okulların açılması ve yeni ders yılının başlaması da bu mevsimi diğerlerinden farklı kılan bir özellik… Emekli bir öğretmen olarak hayatımın en güzel dönemlerinden birini okullarda, öğrenciler arasında geçirdim diyebilirim. O zamanlar da sorunlar vardı elbet ama bu boyutlara ulaşacak kadar değildi. Sendikalar ve bakanlıklar arasındaki uzlaşmazlıklar kısa sürede çözüme kavuşurdu. Eylemler şimdiki gibi yılın her ayına yayılmaz, öğrencilerin eğitim hakkı ikide birde sekteye uğratılmazdı. Okulların açılma zamanı öğrenciler ve aileler bayrama hazırlanır gibi hazırlanırlar; coşku ile alışverişe çıkar ve okul için gerekli alışverişlerini yaparlardı. Eski öğrenciler arkadaşlarını yeniden görebilmenin sevinciyle, okula yeni başlayacak olanlar da heyecan ve merakla sabahı zor ederlerdi. Ya şimdi?... Okullar yetersiz. Olanların tamiratı bile yapılmamış, öğretmen atamaları yapılmamış, sınıflar yetersiz. Aileler çocuklarının okul ihtiyaçlarını karşılayacak maddi güçten yoksun, öğrencilerde eski coşku kalmamış. Hele tedrisatta ( eğitim programı) yapılacak değişiklikler bazılarını okuldan soğutacak nitelikte.
Baskılarla yaptırılan her şey beraberinde başkaldırıyı da getirir. Bu yüzden henüz temizliğini ve saflığını yitirmemişleri bile isyana sürükler. Haksızlığa karşı isyan, bir yönden haklı bir eylemse de diğer yönden iyiliğe ve güzelliğe açık yüreklerin, güvensizlik ve inançsızlıkla karartılması demektir. Buna sebebiyet vermek en büyük kötülüktür. Bu dinde de ahlakta da böyledir. Dinde gönüllülük esastır. Kuranda da böyle anlatılmaktadır. Kaldı ki dinle bilim birlikte ele alındığı zaman ancak inandırıcılığa ulaşır. Uzun zamandır KKTC okullarında Din derslerinin okutulması bir tartışma konusu yapılmış ve sonunda da empozelerle, hatta tehditlerle, ilgili bakanlığın bunu kabul etmesi sağlanmıştır. Oysa bilinmelidir ki gönüllülükle değil de baskılarla olan yaptırımlar ve bunların kişisel menfaatler uğruna kabul edilip uygulanması haklara bir tecavüz olduğu kadar günahların da en büyüklerindendir. İslâma ve dine inananların da bunun günah olduğunu biliyor olması lâzım.
Sonbahar diyorum… Mevsim diyorum… Yaprak dökümü diyorum.. Şiirler, şarkılar diyorum… Diyorum da, memleketin hallerinin etkisinden kurtulup da bir türlü mevsimin hakkını veremiyorum. Oysa en çok sevdiğim bu mevsime “hoş geldin” demem lâzım.. Serinleyen havayla biraz soluklanmak; içten gelmese de şarkılarla yeniden barışmak, şiirlerle avunmak lâzım…
******
Hazan mevsimi diye de bilinen bu zaman dilimi, adı gibi bir hüzün mevsimi olarak bilinse de ben ona bir de hatırlayışlar ve anılar vasfını ekliyorum kendimce. Koyulaşan bulutların griye boyadığı gökyüzü, solgun güneş, cıvıltısı azalan kuşlar, çıplak kalmış ağaçlar, bahçelerde solan çiçekler, sessizleşen sokaklar yalnızlaşmayı da beraberinde getirir bu mevsimde. Kendi içine döner insan. Eski günlerin hatıralarına dalar gayrı ihtiyari. Hele de geçmişi uzun, geleceği kısa olanlar… Rüzgârda savrulup düşen; toprağı sarı, kızıl renkle döşeyen yapraklar ömürlerinden eksilen yılları ve o yılların yaşanmışlıklarını hatırlatır onlara. Acısıyla, tatlısıyla.. Değişen hayat koşulları, insanların hayat tarzlarındaki değişiklikler Sonbahar insanının içini daha da acıtır, onu daha da geçmişe götürür. Çünkü artık onun sevdiği klasik müzik ve şarkılar çalmıyor radyolarda. Arada bir tesadüfen yakalanan eski bir şarkı daha da depreştirir hatıralarını. Bir zamanlar dillerinden düşmeyen, şimdiyse zamanın tozlu arşivlerine kaldırılan o şarkılar, artık nadiren ulaşıyor kulaklara ve dudaklara. Ekranlardaki abuk sabuk programları benimseyemiyor; sanal dünyayla mecburen tanışsa da onunla bir türlü barışamıyor. Dünyanın bu günkü keşmekeşliğinden yorgun düşmüştür artık. Çocukluk ve gençlik yıllarının hatıralarına sarılıp onlarla huzur bulmaya çalışıyor. Ailesini, kaybettiklerini, eski dostlarını daha çok özlüyor, onlarla geçirdiği zamanları arıyor. Üstüne üstlük bir de yeni neslin o güzelliklerden mahrum olmasına hayıflanıyor
Yılın en güzel dönemleri olan baharlar adada kısa süreli olsa da en çok beklenen ve özlenen mevsimlerdir her zaman. Doğa mevsimlere ve iklimlere göre adeta kılık değiştiriyor. Sonbahar da doğanın çıplaklık hali, nü olma zamanı. Ağaçlar daha şimdiden yapraklarını dökmeye başladılar bile. Mevsim ilerledikçe, hele rüzgârlar şiddetlendikçe daha da soyunacaklar. Kısa süre sonra bazı kuş cinsleri de sıcak ülkelere doğru yolculuklarına başlayacaklar. Onların kafileler halinde gökyüzünde süzülüşünü izlemek ayrı bir güzellik…
Her canlı, doğanın kurallarına uymak ve tedbirini almak zorunda… Yıl içinde dünyanın güneşe karşı aldığı pozisyonlarla ilgili olarak değişen iklimler doğanın görüntüsünü olduğu kadar insanın da dış görünüşünü etkiler. Artık yazlık giysilerin dolaplara kaldırılıp mevsimliklerin ortaya çıkarılma zamanı.
Mevsimler insanların sadece dış görünüşlerini ve kılık kıyafetlerini değiştirmekle kalmaz. Çünkü insan, bedeni kadar bir de ruha sahiptir. Her mevsim değişikliği onun ruh hallerini de etkiler. İlkbahar ve yazda coşkulu, dışa dönüklük daha yoğunken sonbahar ve kışta çoğunlukla bir dinginlik, durgunluk duygusu yaşanır. Dingin bir hüzün ve hatırlayış mevsimidir Sonbahar. Ağaçların sarı- kızıl yapraklarının döküldüğü bu mevsim, geçmişte kalan zamanları hatırlatır. Ömrümüzden eksilen yıllar da bizim yaprak dökümümüz değil midir aslında?.. Acı, tatlı geçen günlerimiz uzun metrajlı bir film gibi canlanır önümüzde. Eski albümlerdeki sararmış fotoğraflara dalıp gideriz. Her birinde ayrı bir hatıra!..
Bazen kendimizle baş başa kalmak isteriz bu mevsimde. Daha çok hatırlamak ve belki de daha çok hüzünlenmek için. Sevinç gibi mutluluk gibi olmasa da o güzel bir duygu aslında… Hüznü tanımayan mutluluğu da sevinci de bilemez. Esasen bütün duygular insana özgü… İnsanı diğer varlıklarından ayıran özelliği de zaten aklı kadar duyguları da değil midir?. Duyguları yaratmak da bir bakıma elimizde. Duygusuzluksa en büyük yoksunluk. Kendimizi ve duygularımızı keşfetme zamanıdır aslında Sonbahar. Uçarı bir yazdan sonra ıssızlaşan tabiat ve yoğunlaşan duygularımızdan kaynaklanan bir ilham ve üretme zamanıdır. Şiirlerin, şarkıların, romanların yaratılma zamanıdır.
(*) Eylül adlı şiirimden
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.