KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞABİLMEK
Hatice İNTAÇ
15 Nisan 2015 Çarşamba 12:50
Kış bitti derken Nisan ortasında havalar yeniden soğudu. Hafta içinde belli bölgeleri etkisi altına alan lodos ve poyraz doğayı olumsuz yönde etkilerken, insanlar da bundan nasibini aldı. Rüzgârda savrulan polenler saman nezlesi ve alerjilere neden oldu. Bunlar yılın son yağmurları olsa gerek. Ama yine de belli olmaz. Dünya ve iklimler evrim geçiriyor. Bu yüzden de her şey olabilir.. Önümüzdeki hafta için de yağmurlu diyorlar. Kim bilir, belki seçim günü de yağmur yağar. Hem de bugünkü gibi; fırtınalı ve bardaktan boşanırcasına!. Düşünüyorum da öyle bir durumda seçimlerden artık ümidini kesenler, ayni senaryoları defalarca dinlemekten bıkanlar büyük ihtimalle yağmuru bahane edip oy vermeye de gitmezler. Böyle bir davranış da tetikte bekleyen, iktidara doyumsuz aç gözlülerin işine gelir ancak. Bu bir gerçektir ki toplum olarak nutuklardan, yerine getirilmeyen sözlerden ve arpa boyu yol almayan Kıbrıs meselesinden bıktık. Bu yüzden de seçimler artık heyecanlandırmıyor bizi. Siyasilerin iş bilmezliği ve çıkarlarından başka bir şey düşünmemeleri yüzünden artık umut etmemeyi öğrendik. Yelkenlerimizi suya indirdik. Toplum olarak tabiri caiz ise her yönden dibe vurduk. Üstümüze ölü toprağı serpilmiş gibi uyuştuk, uyuşturulduk. Geleceği düşünmeden günü kurtarmaya çalışıyoruz çok yakında günü de kurtaramayacağımızın farkında olmadan. Bu yüzden gerek kişisel, gerekse toplumsal olarak içinde yaşadığımız bu durumdan kurtulmak, silkinip uyanmak zamanıdır. İçinde debelenip durmak zorunda bırakıldığımız bu kör kuyudan gün yüzüne çıkabilmek için çaba göstermek zamanıdır. Akıbetimizi duyarsızlara, bencillere, çıkarcılara bırakmama zamanıdır ve işte tam da bu yüzden sandığa gidip hür irademizle, yalan sözlere kanmadan, küçük çıkarlar gözetmeden vicdanımızın sesini dinleyerek, oyumuzu kullanmak zamanıdır. ******* Hayatın zaman zaman karşımıza çıkardığı sayısız sorunlar vardır ki bunların sonucunda hayal kırıklığını, acıyı, kederi yaşarız bir süre; ama sonunda onların üstesinden gelip hayatımıza kaldığımız yerden devam ederiz. Fakat bazı sorunlar da vardır ki altından kalkamaz, çaresiz kalır onların altında ezildiğimizi hissederiz. Ne kadar çabalasak altından kalkamayacağımız sorunlar, acılar, kederlerle mücadele etmekten gün gelir yorulur; öyle yaşamayı kabullenir, içimize kapanır ve hayatın bize sunması muhtemel güzelliklerini bile fark edemeyecek hale geliriz kendi yarattığımız ve etrafını dikenli tellerle örüp kendimizi hayattan tecrit ettiğimiz küçük dünyamızda. Kederlerimiz, çıkmazlarımız, yediğimiz darbelerden aldığımız yaralarla baş başa!. Kendi ellerimizle, yaradılışın bize bahşettiği özgürlüğümüzü dar ağacına mahkûm edercesine.. Hepimiz hayat serüvenimizde az veya çok olumsuzluklar ve çaresizlikler yaşarız. Ne yazık ki her şeyi yönetebilmek gibi bir şansa sahip değiliz insan olarak. Böyle zamanlarda kendimizi bir uçurumun en dibine veya dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi hissederiz bazen. Bir mucize bekleriz düştüğümüz o yerde. Yangın yerine dönmüş yüreğimizle ve çaresizliğimizle. Belki tılsımlı bir değnek!..Veya mucizeler yaratacak bir insan!.. İçine düştüğümüz girdaptan bizi kurtaracak diye!. Ama nafile!. Bunların hiç biri olmaz. Tılsımlı değnek zaten yok. Hiç kimse; en yakınlarımız da dâhil, isteseler bile bu durumdan bizi kurtaramazlar. Kendi kendimizi kurtarmaktan başka çaremiz yok!.. Yola devam etmek ve engellerle savaşmak kolay olmasa da tekrar ayağa kalkıp yürümek gerek. Buna gücümüz var. Olmalı! En dibe düşsek de, yüreğimizdeki yangın bizi küle çevirse de tevekküle razı olmamak, yıkılıp kalmamak gerek böyle bir durumda. Bu ise güven, azim ve cesaretle mümkündür. Ancak bunların yanında öncelikle acının, kederin, çıkmazların da sevinç ve mutluluk kadar yaşamın bir parçası olduğunu kabullenmek; onları tanımak hatta onlarla dost olmak gerek. Hayatın karşımıza çıkardığı olumsuzlukların da yaşanması gerektiğini kabul ettiğimiz zaman onlarla baş etmeyi de öğrenmişiz demektir. Gerçek özümüz olan ruhumuzun olgunlaşması için olumsuz duyguları da yaşamak gerekir. Esasen ruhun temizlenip en olgun ve en bilge duruma geldiği zamanlar kırıldığımız, darbe yediğimiz, kaybettiğimiz zamanlardır. Bu yüzden yanıp kül olsak bile yılmayacak, direneceğiz. İşte o zaman tıpkı bir Zümrüd-ü Anka kuşu* gibi kendi küllerimizden yeniden doğmayı öğreneceğiz. ***** *Masallarda duyduğumuz ve efsanelerini dinlediğimiz bu kuşun gerçekten var olup olmadığı bilinmiyor.Bu efsane farklı kültürlerde de yer almıştır ve Türkler tarafından Zümrüd-ü Anka olarak tanımlanmıştır. Eski Yunan mitolojisinde kalın tüylü ver kartaldan biraz büyük olarak yer almış ve onun varlığına inanılmıştır. Oldukça uzun ömürlü ve herkesin göremeyeceği, onu görenlerin ise mutluluğa uzanacağı söylentileri ile özdeşleştirilmiş; birçok sanatsal figüre ve hikâyeye konu olmuştur. Anka Kuşu, ölümünün yaklaştığını hissetmeye başladığı an kendisine kuru dallardan bir yuva inşa etmeye başlar ve bunu ne olduğu bilinmeyen bir zamkla sıvar. Güneş ışınlarının kuru dalları yakmasını ve yuvanın içinde ölmeyi bekler. Yanarak ölür ve efsaneye göre küllerinden yavru bir anka kuşu olarak yeniden doğar. Bu yüzden Anka Kuşu Hristiyanlık dahil birçok dinde yeniden varoluş; diriliş sembolü olarak benimsenmiştir. Efsane de olsa Anka kuşunu örnek alıp küllerimizden yeniden doğmaya var mısınız?..
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.