25 Ekim 2024
  • Lefkoşa21°C
  • Mağusa24°C
  • Girne24°C
  • Güzelyurt20°C
  • İskele24°C
  • İstanbul15°C
  • Ankara9°C

KORKU, STRES VE HEYECAN…

Kıvanç BUHARA

02 Eylül 2015 Çarşamba 09:45

Yıl 1976… Tıbbiyenin son sınıfında, bitirme sınavlarını veriyoruz! Sınavı yapan akademisyenler, proflar ve alanında tek kalan ordinaryüs profesörler başka üniversitelerden gelmişler! Tanıdık hocalarımız bu sınavlara katılamıyor… Devlet sınav komisyonu, hiç tanımadığımız, görmediğimiz akademisyenlerden oluşuyor! Kimisi Moskova Üniversitesinden, kimisi Taşkent’ten, bir diğeri de Leningrad’dan gelmiş… Kısacası; torpil yok! Bileğinin hakkı ile geçersen ne ala… Geçemezsen, kendinden başka hiç kimseye suç bulamazsın! Öylesine zor ve sinir bozucu bir ortam var sınav salonunda… *** Yaşlı başlı profesörler tek sıra halinde birer masaya oturmuşlar, çağrılan öğrenciler baştan başlayarak tüm hocaların karşısına oturuyor ve sorulan sorulara sözlü olarak cevap veriyorlar! Hatırlatayım, Sovyetler Birliğinde bitirme sınavları yalnızca sözlü yapılırdı. Yazılı sınav yoktu… Heyecan ve stres dorukta… Kapının dışında çağrılmayı bekleyen öğrencilerin kimisinin midesi bulanıyor, kimisinin sık sık çişi geliyor, kimisinin elleri titriyor! Eee, kolay değil; yabancı hocaların huyunu, suyunu bilemezsin… Sınavdan çıkan arkadaşların bazılarının yüzleri kıpkırmızı, bazılarının limon sarısı! Hep birden çöküşüyoruz... “ – Nasıl geçti, ne sordular, sorular zor muydu?” Konuşabilene aşk olsun! Sınavdan çıkanların tümünün dili tutulmuş! Tuvalete koşanlar, elini yüzünü yıkayanlar, of – puf çekenler… Daha çağrılmayanlar; bu manzara karşısında tamamen dağılıyoruz… Kolombiyalı HoseMari arkadaşım ağlıyor! “ – Ne oldu Hose, içerde ne var?” “ – Bunların tümü bunamış Kıvanç, hiç duymadığımız, bilmediğimiz konuları soruyorlar, bu gün biz mezun olamayız!!!” Korkularım, heyecanım bir o kadar daha arttı. Tuvalete koştum, bekledim, gelmiyor! İşeyemedim… *** Neyse ki, sıra bana geldi sonunda… Saçları beyazlaşmış, gözlükleri burnundan aşağı düşecek gibi duran yaşlı bir Psikiyatri profesörünün karşısına oturdum, titriyorum… Yabancı olduğumu hemen anladı! “ – Nerelisin yoldaş?” diye sordu… “ –Kıbrıslıyım, yoldaş profesör!” “ – Türk müsün, Rum musun?” “ – Türküm” Gözlüklerini çıkardı, bir de gözlüksüz baktı yüzüme! “ – Şimdi hapı yuttuk, Türkleri sevmiyorsa vay halime, ağzımla kuş tutsam geçirmez beni!” diye düşündüm. Bildiklerimi de unuttum heyecan ve korkudan… “ – Bak Kıbrıslı, şimdi sana bir soru soracağım, doğru yanıt verirsen, al diplomanı güle güle git! Veremezsen gelecek yıl bu salonda yeniden buluşuruz!!!” “ – Söyle bakalım, Hitler deli miydi? Eğer deli iseydi, hastalığının teşhisi neydi?” Bir anda mideme bir kasılma girdi…Vay anasını, soruya bak! “ – Ulan, deli sensin“ diye bağırmak geldi içimden… Çenem kilitlendi, konuşamadım! “ – Evet, deliydi yoldaş profesör!” “ – Peki, hangi teşhisle tedavi ederdin böyle bir deliyi?” “ – Megaloman paranoyaktı, yoldaş profesör!” Yüzü güldü, gözlüklerini tekrar çıkardı ve… “ – Diplomanı al, Kıbrıs’a gidince Rumlarla barışmaya bakın! Ülkeniz çok güzeldir!” Gerçekten güzel mi ülkemiz!!!

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.