KIBRIS TÜRKLERİNDE MİZAHIN YERİ VE BAFLI HASAN MOLLA OSMAN (4. BÖLÜM)
Hatice İNTAÇ
25 Mart 2021 Perşembe 08:00
KIBRIS TÜRKLERİNDE MİZAHIN YERİ VE BAF’LI HASAN MOLLA OSMAN
( 4. BÖLÜM )
Bu yazı dizisine başlarken aslında gayem rahmetli babam Hasan Molla Osman’ı tanıtmak ve onun şiirlerini, nüktelerini ve fıkralarını sizlere aktarmaktı ama onu anlatırken o yıllarda yaşanan savaştan söz etmemek pek de mümkün olmuyor. Esasen hiçbir Kıbrıs’lı yaşamını savaştan soyutlayamaz. Hele o yılları yaşamışsa bu hiç mümkün değil. Hasan Molla Osman’ın hayatı da öyle...
TMT nin kurulduğu yıllarda silah ve cephanenin bir bölümü babam tarafından bizim bahçede saklanırdı. İngiliz askerleri bulmasın diye gecenin geç saatlerinde babam onları bahçenin şüphe çekmeyen yerlerine taşırdı. Biz bunları tabii ki sonradan öğrendik. Baf’ta teşkilatın başında bulunanlar “Hasan Efendi beş tane kabacık isteriz” dediklerinde babam beş tane bomba vs. getireceğini anlardı bu seslenişten. Bu onların arasında bir şifreydi. O zamanlar lise öğretmeni olan Ali Süha bey, Harit Fedai bey teşkilatın ileri gelenlerindendi. Onlar, vatanları için her şeyi yapabilecek kişilerdendi ve babam da onlardan biriydi. O günlere ait bir de anım var ki anlatmadan geçemeyeceğim.
******
Sanırım daha ilkokulun ilk yıllarındaydım o zamanlar. Bir gün komşu çocuklarıyla oyun oynarken ayaklarımız bizi Ülkü Yurdu’nun altında bulunan küçük bir mağaracığa götürmüştü. Girişi ve hatta her yanı sarmaşıklarla sarılı olan bu mağaracık ilgimizi çekmişti. Sarmaşıkları aralayıp usulca içeri girdik. Karanlıktı ve her tarafı örümcekler sarmıştı. Gözümüz bir şey görmüyordu, çok korkmuştuk ama karanlığa biraz alışınca dallarla örtülü bir şeyler dikkatimizi çekti. Tahta kutular vardı üst üste dizilmiş. Merak bu ya; korksak da içinde ne var bunların diyerek aralıklarından ellerimizi kutulara soktuk. Salça gibi bir şeyler bulaştı ellerimize. Karanlıkta kan sanıp çığlık çığlığa kendimizi mağaradan dışarıya attık. Çığlıklarımızı yakındaki bir İngiliz nöbetçi askeri duymuş olacak ki koşarak geldi, mağaraya girdi ve telaşla koşarak çıktı. Birkaç saat sonra orası ana baba günü olmuştu. Biz şaşkın vaziyetteydik ki uzakta babamı gördüm. Ağlayarak ona koştum. Yüzü kireç gibi bembeyazdı ve bana öfke ile bakıyordu. “Mağaraya giren siz miydiniz?” diye sordu. “evet” yanıtını alınca dövecek gibi bir hareket yaptı ama vazgeçti. Anlayamamıştım. Ben iyi bir şey yaptığımızı sanıyordum. Yasak bir şeyler vardı o mağarada ve biz ortaya çıkarmıştık. Babamın kızgınlığına anlam veremiyordum.
İngilizler mağaracıktaki kutuları dışarı çıkardılar. Toplanan insanlar merakla bakıyorlardı. Bir kısmı çok üzgün görünüyordu. Sebebini sonra anladım. Kutulardaki dinamit lokumlarıydı ve TMT nindi. Onları oraya babam saklamıştı. Büyük bir gürültü ile dinamitler imha edildi. Her taraf alevlere büründü. Bu yüzden de benim ve arkadaşlarımın çocuk aklımızla yaptığımız o büyük hata bu güne kadar içimde bir suçluluk duygusu olarak kaldı.
*****
Babamdan ve o günlerden bahsederken onun en önemli özelliği olan ve fıkra gibi anlatılan yaşanmışlıklarından bahsetmemek olmaz. Bu yüzden bu bölümden sonra sizlerle daha çok onların bazılarını paylaşmak istiyorum. İşte bunlardan bir tanesi…
1963 ten önce Rumlarla Türkler ayni mahallelerde otururlardı. Bir hayli rum bahçe komşularımız vardı. Bunlardan birisi de bizim bahçeye çok yakın oturan Sağır Gosta idi. Hemen hemen her gün Hasan efendi ile sağır Gosta’nın sohbetleri olurdu bahçelerinde çalışırlarken.
Yaz mevsimiydi… Salatalık, domates, biber gibi yaz zerzevatlarının yetiştirildiği zamandı. Bahçeleri sulamak için kuyunun dolabına bir eşek koşulur, eşek dolabı döndürdükçe su çıkar ve evleklerle bu su bahçelere ulaşırdı. Bu gayet zahmetli bir işti ama başka olanak da yoktu o zamanlar. Kuyulara motor takmak ve suyu öyle çıkarmak çok pahalı bir işti ve esasen o civarlarda henüz elektrik de yoktu.
Hasan efendi’nin eşeği aksilik bu ya ölmüş… Yaz günü… Hava sıcak.. Zerzevatın suya ihtiyacı var, yoksa kuruyacaklar. Bir süre arkadaşları gelmiş mahalleden ve dolabı onlar döndürüp su çıkarmışlar kuyudan ama yeterli olmamış. Eşek olmadan olmuyordu ve eşek almak için de hayvan pazarının kurulmasını beklemek lazımdı.
Sağır Gosta da ayni şekilde eşek kullanıyordu kuyusundan su çıkarmak için. Çaresiz kalan Hasan Efendi utana sıkıla Sağır Gosta’dan birkaç saatliğine eşeğini istemiş. Sağır Gosta eşeğini vermemiş. Hasan buna çok üzülmüş başka çareler aramış ama bulamamış. Sebzeler nerdeyse kuruyacak. Düşünmüş taşınmış Sağır Gosta’nın eşeğini çalmaktan başka çare bulamamış. Gece herkes uyuduktan sonra Gosta’nın bahçesinde bağlı olan eşeği çözmüş, kendi ahırına getirmiş ve eşeği ıslak kireçle boyamış. Beyaz bir eşek olmuş. Koşmuş eşeği kuyunun dolabına ertesi sabah ve bahçesini sulamaya başlamış. Sağır Gosta Hasan’ın bahçesini suladığını ve eşeği görünce: “ Eşek yaşlı ama sağlam be Hasani bak ne güzel dönüyor. Nereden aldın onu?” diye sormuş. Hasan da satın aldığını söylemiş. Bahçe bir güzel suya doymuş. Hasan efendi de eşeği ahıra götürmüş, yemlemiş.
Ertesi gün uyandığında Sağır Gosta’yı bahçesinde feryat figan bulmuş Hasan Efendi. Eşeği kaybolmuş ve zerzevatı da kurumak üzereymiş.
“Vre Sağır Gosta” demiş Hasan efendi. “Elbet bulursun eşeğini, salmalanıp bir yere gitmiştir ama zerzevatın kurumasın, benim eşeğimi al da sula” demiş. Sagır Gosta çok mahcup olmuş Hasanın bu teklifine. Kendisi eşeğini vermediği için utanmış. “Olur mu Hasani ben sana vermediydim” demiş. “Olur olur” demiş Hasan “ama bu eşeğin bir huyu vardır; işin bittiği zaman üstüne bir kova su dök” diye de ilave etmiş
Tabii ki Sağır Gosta işi bitince Hasan’ın önerisini dinleyerek bir kova su ile yıkamış eşeği ve onun kendi eşeği olduğunu görünce durumu anlamış.
( Devam edecek )
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.