24 Kasım 2024
  • Lefkoşa14°C
  • Mağusa11°C
  • Girne17°C
  • Güzelyurt13°C
  • İskele11°C
  • İstanbul5°C
  • Ankara3°C

HAKKINI ARAMAK KİŞİŞEL VE TOPLUMSAL BİR GÖREVDİR

Hatice İNTAÇ

23 Ekim 2019 Çarşamba 12:40

Dünya kurulalı beri insan haklarına saygı, her çağda olması gereken bir olgu olmakla beraber, insanların kendi istekleri dışında yaşamak zorunda bırakıldıkları da bir gerçektir. Kula kulluk etmek, köle hayatı yaşamak, işkencelere maruz kalmak tarih boyunca yaşanmış olaylardı ve “insan hakları ve özgürlükleri” yasasının dünyada kabulünden sonra bile dünyanın birçok ülkesinde ne yazık ki hâlâ yaşanmaktadır.  

İnsanların haklarını aramak için asırlar önce İngiltere’de başlayıp Amerika ve Fransa’da devam eden ve daha sonra başka ülkelerce de gösterilen gayretler sonucunda bugün tüm devletler insan haklarına anayasalarının başında yer vererek, devletin, insan haklarına saygılı, hatta insan haklarına dayalı olduğunu hüküm altına almışlardır. Çünkü devletin varlık nedeni bireyin temel hak ve özgürlüklerini korumaktır. Bu yönüyle insan hakları Anayasa Hukuku’nun konusunu oluştururken diğer yönleriyle aynı zamanda da bir uluslararası hukuk kurumudur. Ancak benimsenen bu yasaya rağmen,  haksızlık ve zulümlerin günümüzde de devam ettiğini görebiliyoruz.

İnsan hakları, kişiyi özü ile yaşatacak kurallardır. Ulus, ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır ve insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü tanır. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir.

                                                            ******

Bütün bu bilgiler ışığında insan, içinde yaşadığı coğrafyayı ve o coğrafyadaki yönetim biçimini sorgulamadan duramıyor; ülkemizde, yani bu küçük adada bu kurallara ne ölçüde uyuluyor diye düşünmeden edemiyor...

 İnsanın hayati önem taşıyan hak ve özgürlüklerini korumak görevi tabii ki kişilerin birbirlerine olan saygısı, kimsenin hakkına tecavüz edilmemesi, yaşam özgürlüğünü kısıtlamaması ile mümkündür. Fakat bu, toplumsal bir kültürün ve çağdaşlığın gereği olsa da her zaman ve her şartta bu insanlar arası olgunluk seviyesini yakalamak mümkün değildir. Yasalar da esasen bunun için yapılmıştır ve anayasanın ilk kuralı da insan haklarını korumaktır. Bunu korumakla mükellef olan da yine halkın seçtiği siyasilerdir, hükümettir. Acaba onlar bu haklarımızı koruyorlar mı?

Kalbimden nedense “hayır” cevabı geçiyor. Neden mi?.. Nedenler saymakla bitmeyecek kadar çok da ondan. Korunması bir yana buna hakların gasp edilmesi demek daha yerinde olur sanırım. Sözüm ona burası da bir hukuk devletiymiş!..

Mahkemeler çocuk tecavüzcülerine bile cezai müeyyideleri gereğince uygulamıyorsa hak ve adalet bunun neresinde? Trafikteki sorumsuzluklar yüzünden insanlar hayatlarını kaybediyorsa, halkın isteği hilafına kurumlar durmadan özelleştirilip memleket bir müstemlekeye dönüştürülme aşamasına getirilmişse, sağlıktaki sorunların ardı arkası kesilmiyorsa, rumdan kalan ganimet mallar yandaşlara peşkeş çekiliyorsa, eğitim günden güne geriye gidiyorsa, asgari ücrete talim edenlere rağmen mersedes arabalar zor geçinen bu insanlara nisbet yaparcasına kodamanları gezdiriyorsa, Yasaya uyup seyrüsefer ve benzeri trafik vergilerini ödeyenler enayi yerine konulup bakımsız, bozuk yollarda canlarını riske atarak yolculuk yapıyorsa bu memlekette haktan, hukuktan, adaletten hele hele devletten, hükümetten bahsetmek mümkün mü sizce?

Bütün bu olumsuzlukları kabullenmek, susmak, hakkını aramamak ve reva görüleni kader sayıp razı olmaksa insanı zamanla değersizleştirir, kendi aczinin kurbanı eder ve hem kişileri hem de toplumu günden güne geriye götürür. Bu yüzden hakkı gasp edenlerden onu kopara kopara almak gerekir. Şunu unutmamak gerekir ki; “Hak verilmez, alınır”

Hazır yeri gelmişken, bu konuyla ilgili bir anımı da paylaşmak isterim.

                                                               *****

Yıllar önceydi. Üniversiteyi yeni bitirmiş bir öğretmen adayıydım ama nedense öğretmenlik yerine hava yollarını tercih ediyordum. Gökyüzü benim için o yıllarda adeta bir tutkuydu. Lâcivert beyaz üniformalar içinde uçmak fikri, “İstikbal göklerdedir” sloganı o zamanlar adeta kanımı tutuşturuyordu.

Hani derler ya; “azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz” diye.. Ben de hava yollarına girmeye azmettim. Başardım da.. Yapılan sınav ve mülâkatlarla Türk hava yollarının dış hatlar bölümünde göreve başladım. Birlikte çalıştıklarım yaşça benden büyük ve iş konusunda deneyimli insanlardı. Onlardan çok şey öğreniyordum. Yoğun bir çalışma temposu vardı ve en çok iş de bana düşüyordu nedense. Öyle ki herkes gidiyor, bense hâlâ çalışıyordum. Kendime ait işleri bitirdikten sonra önüme kendilerinin yapması gereken bir yığın dosya veriyorlar ve erkenden gidiyorlardı. Sesimi çıkarmıyordum çünkü deneyimsizdim. Kısacası henüz çaylaktım.

Bir akşamüstü yine dosyaların arasına gömülmüş çalışırken müdür karşıma dikildi ve “Kızım, hak verilmez, alınır. Sen niye hakkın olan zamanı başkaları için harcıyorsun?” diye sordu ve beni uyardı. İşte ben bu cümleyle -daha önceden duymuş olsam da- gerçek anlamda o zaman tanıştım ve hayatıma uyarlamaya gayret ettim. Daha sonraki hayatımda da kimsenin hakkını yememeye özen gösterirken kendi haklarımı savunmayı, onu gasp etmek isteyenlerin karşısında durmayı kendime hayat tarzı edindim. Öğretmenlik yıllarımda da öğrencilerime, sorumlulukların, görevlerin yerine getirilmesi ne kadar önemliyse hakların aranmasının da o kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu konuda savaş vermek gerekse bile…

Hak ve özgürlüklere sahip çıkmak kişisel olduğu kadar- hatta daha da fazla- toplumsal bir görevdir. Buna uygun olarak söylenen “birlikten kuvvet doğar” atasözünü de yabana atmamak lâzım.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.