24 Kasım 2024
  • Lefkoşa14°C
  • Mağusa11°C
  • Girne17°C
  • Güzelyurt13°C
  • İskele11°C
  • İstanbul5°C
  • Ankara3°C

ELVEDA SOFİ’M

Hatice İNTAÇ

01 Kasım 2016 Salı 11:43

Bir kedinin ölümü yüreğinize bir kaya ağırlığı gibi oturdu mu hiç? Onun dolaştığı mekânlara her baktığınızda içinizden bir şeyler koptu mu acıtırcasına?  Başka kedilerin sesi ona özleminizi depreştirip yüreğinizi çaresizlikle yaktı mı?  Hele bir kedinin ardından günlerce gözyaşlarınızı durduramadığınız?….

Yaşamamış olanlar anlayamaz bu acıyı.. Sevilenin bir daha dönmemek üzere gidişini ve sonrasında duyulan sonsuz özlemi… Biriktirilen güzel anıların yıllar sonra bile hep hüzün eşliğinde hatırlanabileceğini.., Albümlerde kalan resimlere ancak buruk bir tebessümle bakılabileceğini ve  geçmişe ait ne varsa onunla ilgili  hep çaresizlikle hatırlanacağını.

Sadece insanların değil; evde veya sokakta beslenen, yürekten bağlanılıp sevilen hayvan dostların kaybı da aynı derecede acı vericidir. Bunu anlayabilmek için onlarla aynı mekânı paylaşmak, iyi veya kötü günleri beraber yaşamak, verdikleri o karşılıksız sevginin farkına varmak gerekir.

Yine de birçok hayvan severe rağmen onların duygularını anlamayan hatta küçümseyen, hayvanlara eziyet etmeyi bile marifet sayan insanlar da olabiliyor dünya üzerinde. Onlar ne yazık ki hayvanların da bu dünyada yaşama hakkına sahip olduğunu idrakten uzak zavallılardır.  Esasen kalbinde hayvan sevgisi ve merhameti yoksa bir insanın, o kalpte insan sevgisini bulmak da pek mümkün değildir.

*****

Kulakları, patileri ve kuyruğu siyah, gözleri masmavi bir siyam kedisiyle ilk kez tanışmıştım. Avucuma sığacak kadar küçücüktü onu aldığımda. O günden sonra en sadık, en vefalı en candan arkadaşım hatta sırdaşım oldu. Sevinçlerimi, sıkıntılarımı sanki karşımda bir insan varmış gibi onunla paylaşırdım bazen. Kısa ayrılıklar hariç on yedi yıl hiç ayrılmadık. Hayatının uzun bölümünü İstanbul’da bir apartman dairesinin beşinci katında geçirmişti. Sonradan benim oradaki görevimin bitmesiyle Kıbrıs’a döndük. Soficik önceleri buraları yadırgadı, bir süre sonra alıştı ve sevdi. En çok da bahçeyi sevdi. Uzun yıllar yaşadığı apartmanın müşterek bahçesini beşinci katın penceresinden kuşbakışı görmeye alışık olan Sofi artık yeni evimizin bahçesinde özgürce dolaşmaktan o kadar mutluydu ki;  eve girmek bile istemiyordu ama evde uyumaya alışık olduğundan karanlık basınca giriyordu.

 Adaya gelişimizden kısa bir süre sonra bir akşam eve gelmedi. Mevsim kıştı, yağmur yağıyordu ama o ortalarda yoktu. Evin bahçesinden dışarıya çıkmazdı ki Sofi.. Etrafı daha tanımıyordu bile. Bu yüzden saatler ilerledikçe endişem de artıyordu. Karanlık iyice basmış, gece olmuştu. Elimizde fenerlerle saatlerce onu aradık komşularla birlikte. Yoktu. O gece sabaha kadar uyuyamadım, her seste kapıya fırladım. Sabah oldu yine yoktu. Üç

 

 

gün üç gece geçti aradan. Bütün komşular adeta seferber olmuşlardı ama Sofi’den iz yoktu. Etraftaki köpek sesleri bana kötü şeyler düşündürüyordu. Yol iz bilmeyen bu ev kedisine bir zarar vermiş olabilirler diye kahroluyordum. Artık kendimi alıştırmaya çalışıyordum onun yokluğuna ki bir sabah ince bir miyavlama sesi duydum. Muhakkak kapı önüne koyduğum mamayı yemeğe gelen kedilerdir yine diye düşündümse de yine kapıya koştum. O an rüyadayım sandım çünkü Sofimdi gelen… Şaşkın şaşkın içeriye daldı, etrafına bakındı. Sanki o da eve döndüğüne inanamıyordu. Ben o sabah belki de hayatımdaki en büyük sevinçlerden birini yaşamıştım.  

 Şimdi o yok!.. Gittiği yerden dönmesine imkân da yok!.  Dört gün önce hayatımdan çıktı, gitti. İçinde yattığı yuvasını, su ve kum kaplarını bana hatıra bırakarak.. Ona çocuğum gibi bakmıştım yıllarca ama yaşlanmıştı artık. Eskisi gibi çevik değildi. Yüksekte olan yatağına bile çıkmaya gücü yoktu son zamanlarda. Yürümesi bile paytaklaşmıştı. Mamasını yemekte zorlanıyordu, iştahı yoktu. Yine de onu kucağıma alıp sevdiğimde sanki benim hatırım için yemeye çalışıyordu. Yadırgamayın… Hayvanlar da tıpkı insanlar gibi sevgiye, şefkate muhtaçtırlar ve sahiplerinin duygularını anlayabiliyorlar.

Kendimi onun öleceğine ne kadar alıştırmaya çalışsam da kabullenemiyordum.  Onu öyle görmek canımı yakıyordu ama yapacak bir şey de yoktu. Veterineri onun hasta olmadığını sadece yaşlandığını söylüyordu. Yine de onun o halde yaşamasına bile razıydım ama yaşamadı işte. Dört gece önce zorla içirdiğim sütten sonra yatağına yattı. O gece geç saatlere kadar onu gözümün önünden ayırmadım. Sanki öleceği içime doğmuş gibi okşadım, sevdim, konuştum. Biraz kendine geldi. Hatta mırmır etmeye bile başladı. Sevindim. Sabaha daha iyi olacak diye de ümitlendim. Keşke hiç uyumasaydım o gece, Sabah ümitle ona koştum. Yatacığında kaskatı yatıyordu yavrum. Ölmüştü. Saatlerce onu seyrettim, yüzü hâlâ canlı gibiydi.

O artık evinin yakınındaki korulukta, her zaman altında dolaştığı çam ağacının altında yatıyor. Eğer cennet dedikleri bir yer varsa dilerim o da kendi cinsleriyle birlikte o cennette bir melektir şimdi…

Sabahtan beri hep kızımı ve birlikte geçirdiğimiz Evimize yaydığı neşeyi, pozitif enerjiyi; hayatımıza getirdiği güzellikleri ve ani gidişinin yarattığı dayanılması zor hüznü… 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.