24 Kasım 2024
  • Lefkoşa14°C
  • Mağusa14°C
  • Girne16°C
  • Güzelyurt12°C
  • İskele14°C
  • İstanbul8°C
  • Ankara2°C

EKİM AYININ EKİNLERİ…

Kıvanç BUHARA

14 Ekim 2014 Salı 12:18

Bundan yıllar önce, Trodos dağlarının eteklerine yaslanan köyümüzde, İnanılması güç gelse de bazılarınıza, Ekim ayında, deyim yerinde ise, “ kara kış” başlardı. Toprak damlar yaz aylarında açılır, su geçirmez kil toprakla kapatılır, akıtan ahır damları çamurla sıvanırdı. Ocak bacaları temizlenir, odunlar ocak yanına dizilir, uzun kış gecelerinde hepimiz yanan ocağın önünde ısınırdık. Gürül gürül yanan ocağın karşısında, rahmetli dedemin anlattığı tek gözlü devin ve cesur şehzadenin masalı rüyalarımıza girerdi. Ekim ayında; Günlerce hiç durmadan devam eden sağanak yağmurlar yağardı. Lastik çizme giymeden dışarı çıkmamız mümkün değildi. Her taraf, diz boyu çamur içinde kalırdı. Çiftçiler yağmurun durması için dua ederdi. Yağmur birkaç gün ara verince, çift öküzleri kara sabana koşulur, tarlalara acele ile buğday ekilirdi. Ekim bittikten sonra; eşekler, katırlar ve çift öküzleri ormana salıverilirlerdi. Hasat zamanı yaklaşınca herkes salıverdiği hayvanını bulur, yine işe koşardı. Kasım ayı yaklaşırken, bir sabah uyandığımızda, her tarafı kar içinde görmemiz mümkündü. Yapraklarını dökmüş ve çoktan kış uykusuna yatmış ağaçların dalları bembeyaz karlarla örtülürdü. Güneş açtığı zamanlar, kar üzerinde cıvıldaşan serçeleri, tahta pencerenin aralığından seyretmek en büyük eğlencemizdi. Aç kalan serçelere ekmek kırıntısı atar,kapı içine kurduğumuz tuzaklarla serçeleri yakalamaya çalışırdık. Kuzey Avrupa ülkelerindeki kış aylarını değil; uzun sayılmayan bir zaman dilimi öncesi , Kıbrıs’ta, Trodos dağlarında yaşanan sonbaharı, kışı anlatmaya çalışıyorum. Şimdilerde, Ekim ayında, ekilen bir şey yok. Ağaçlar susuzluktan kurumuş. Susuz toprak, artık çimlenmeye, döllenmeye istekli değil. Otlar, kır çiçekleri, çalılar,makilikler çiçek açmıyor. Mesarya önümüzde bir çöl gibi duruyor. Böyle giderse; Çevre ve doğa ile ilgili nankörlüğümüz, cehaletimizböyle sürerse, en geç otuz yıl içinde başka diyarlara göç arayışına gireceğiz de; bu kafa yapısı ile bizi kabul edecek ülke bulamayacağız. KKTC’nin ana yollarından bile geçmek, utanç veriyor. Kara Yolları ekipleri tarafından biçilen, temizlenen yol boylarından siyah poşetlere doldurulan çöpler, aylar geçmesine rağmen toplanmadı. Öylece yol kenarlarında bekliyorlar. Çöpler ve eski araba lastikleri, gelen geçene baygın baygın bakıyorlar. Bu yollardan her gün makam araçları ile geçen bakanlar, belediye başkanları, çevre dairesi müdür ve çalışanları acaba nereye bakıyorlar, doğrusu merak ediyorum. Ve şöyle bir soru takılıyor aklıma! “ Acaba biz bu ülkede yaşamayı hak etmiyor muyuz?” Kuraklık, susuzluk, hastalık ve başımıza  gelen her türlü musibet, doğanın ve çevrenin intikamıdır. Doğa ve çevremiz ölürken, bizi de yok ediyor. Bu yok oluş, kanserdir, uyuşturucudur, aidsdir, eboladır. MS’tir(*), paranoyadır, depresyondur. Özetle; Başta makam işgal eden elitlerimiz olmak üzere, kitlesel- toplumsalbir intiharın eşiğindeyiz. Çıkış yolu mu? Bırakın artık zorbalığı, kini, intikamı, partizanlığı! İnsan olduğumuzu anımsayın, yeter… (*) Multipl Skleroz: Merkezi sinir sisteminde çoklu sinir hücresi harabiyetine sebep olan hastalık.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.