28 Mart 2024
  • Lefkoşa25°C
  • Mağusa23°C
  • Girne21°C
  • Güzelyurt26°C
  • İskele23°C
  • İstanbul19°C
  • Ankara22°C

DEVLET, MİLLET VE ULUS KAVRAMLARINDA KKTC'NİN YERİ

Hatice İNTAÇ

17 Eylül 2019 Salı 22:09

Günün ilk ışıklarıyla birlikte başlayan sağanak yağmurun sesiyle uyanmak beklenmeyen sürpriz gibiydi. Aylardır süren kavurucu, nemli bir yazdan sonra gelen serinlik, Sonbaharın kapıya dayanmak üzere olduğunun müjdecisiydi. Sıcağı sevmeyenlerin dört gözle beklediği bu mevsimi ben de her gelişinde sevinçle karşılayanlardanım.

Hazan mevsimi diye de bilinen bu zaman dilimi, adı gibi bir hüzün mevsimi olarak tanımlansa da ben ona, bir de hatırlayışlar ve anılar vasfını da ekliyorum kendimce. Koyulaşan bulutların griye boyadığı gökyüzü, solgun güneş, cıvıltısı azalan kuşlar, çıplak kalmış ağaçlar,  bahçelerde solan çiçekler, sessizleşen sokaklar yalnızlaşmayı da beraberinde getirir bu mevsimde. Kendi içine döner insan ve istem dışı da olsa eski günlerin yaşanmışlıklarına dalar. Acısıyla, tatlısıyla…

Bilmem nedendir?..  Bu mevsimi nedense hep nostaljik yazılarla karşılamayı adet edindim ama bu günlük bu kısa paragrafla yetiniyorum.Çünkü bugün konumuz farklı.. Dünyanın her konuda, her alanda bozulan dengeleri dururken duygusal, romantik yazılar elbette bekleyebilirler. Sonbahara sözüm söz; hele bir gelsin, onu yine şiirlerle, şarkılarla karşılayacağım

                                       *******    

Yaşadığımız yüzyıldaki olağanüstü teknik imkânlara, gelişen tıp bilimine, her ilim dalıyla ilgili araştırmalara rağmen insanın yeryüzünde türeyişi hakkında din kitaplarının; özellikle de Kur’anın anlattıklarından farklı hiçbir neticeye ulaşılamamıştır. Kur’an insanlığın atası olarak yaratılan ilk insanın Hz. Âdem olduğunu söyler ve ana ilke olarak insanlık kavramı üzerinde durur; insanın yeryüzünde nasıl yaratıldığını anlatır. Onun renginin beyaz mı, sarı mı, siyah mı olduğu hakkında kuranda herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Oysa biliyoruz ki dünyanın değişik yerlerinde yaşayan insanlarda renk ve fiziki özellik farklılıkları vardır ancak, bunlar dinle değil, biyoloji, antropoloji gibi insanın genetik yapısını inceleyen ilimlerle açıklanabilir.

Bilinmesi gereken gerçek şudur ki; rengi ne olursa olsun beyaz da, siyah da, sarı da, kızıl derili de insandır ve aralarında zekâ seviyesi, kişilik yapısı, temel karakterler ve insanî duygular açısından renkten başka hiçbir farklılık yoktur. Ancak temel duygu ve karakterlerde farklı olmasa da antropolojik yapı olarak fiziksel özelliklerde ve özel karakterlerde alabildiğine farklılıklar vardır.. İnsan türünün farklı ırklardan, tiplerden ve kavimlerden oluşu da bunun kanıtıdır.

Bu uzun girizgâhı neden mi yaptım?. Belki de gelmiş geçmiş bütün zamanlarda yeryüzünde yaşanan ve şimdilerde de yaşanmakta olan savaşların ve bunun neticesinde zamansız yitirilen canların, sakat yaşamaya mahkûm edilenlerin, yerlerini, yurtlarını can korkusuyla terk etmek zorunda kalıp göç yollarında telef olan insanların bilinçaltıma işlenmiş acılarından olsa gerek. Bilmiyorum… Soruyorum kendi kendime “neden?” diye.

Mademki bu gezegende yaşayan bütün insanların atası -aksi ispatlanamadığına göre- bütün dinlerde Âdem, anası da Havva’dır ve bundan dolayı da bir anlamda kardeştirler neden birbirlerine bu kadar düşman olabiliyorlar? Zaten geçici olan hayatlarımızda, misafir olarak geldiğimiz bu dünyayı niye paylaşamıyorlar. Neden bu ölümler, bu öldürmeler? Barış ve huzur içinde yaşamak varken dünyayı cehenneme çevirmek neden?..

Eski çağlarda dünyada yaşayan ve sayıları henüz az olan insanlar sadece yiyecek ve barınak derdindeydiler. Önceleri mağaralarda yaşarken, sonradan toplu halde yaşamayı ve yardımlaşmayı öğrendiler. Zamanla göçebelikten yerleşik hayata geçtiler. Obaların, çadırların yerini köyler aldı ve sonra kasabalar, şehirler ve mega kentler türedi. Teknoloji dev adımlarla ilerleyip, evlerimize; parmaklarımızın altına kadar geldi. Tuşlara basmak hayatı kolaylaştırmaya yetti. Hayat belli konularda kolaylaşırken huzur aldı başını gitti. İnsanların umudu ve yaşama sevinci kayboldu. Yaşamak tüm yeniliklere  “eksik kalsın” dedirtecek kadar bezdirdi. Her Allahın günü şehit haberleri, savaş stratejileri, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, uyuşturucu baronlarının vurgunları, devlet dairelerindeki usulsüzlükler, sahte imzalarla başkasının malını sahiplenmeler ve daha nice olumsuzlukları dinlemek nihayetinde ekranlardan da nefret ettirdi.

Kendi kendimle yaptığım bütün bu sorgulamalara vicdanımda bir cevap bulamasam da olayların gidişatına bakarak çeşitli coğrafyalarda yaşayan toplulukların dünyadaki tüm insanların eşitlik, hak ve adalet kavramlarını kendi çıkarları için yok saymalarına sebep olarak başta din olmak üzere devlet, millet, ulus, vatan, etnik köken, dil kavramlarında buluyorum. Geçmişte de bugün de dünyada yaşanan tüm savaşların, huzursuzlukların nedenini buna bağlıyorum. Bu yüzden de öncelikle zaman zaman karıştırılan bu kavramların ne olduğunu ve farklılıklarını bilmek gerektiğini düşünüyor ve özellikle eğitim yaşındakilerin öğrenmesinin yararlı olacağına inanıyorum.

                                               *****   

Devlet:  insan, toprak ve egemenlik gibi üç unsuru bir arada barındıran ve belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan din, dil, ırk ayırımı yapmadan tüm insanların meydana getirdiği bir oluşumdur. Bu unsurlardan birinin kaybı devleti sonlandırır. Devlet için önemli bir diğer unsur da bağımsızlık ve başka ülkeler tarafından tanınmadır. Devlet için yasama, yürütme, yargı ve siyasi birlik şarttır.

Millet: Ortak bir kültür çerçevesinde bütünleşmiş, tarih bilincine sahip en büyük insan topluluğudur denebilir. Bir toprak parçası ve bunun üzerinde yaşayan insanların arasındaki benzerlik ve bağlılık millet kavramının esasıdır. Bunlar maddi bağlardan çok manevi bağlardır. Gelenekler, görenekler, folklor ve eski adetlerin sürekliliği ve yeni nesillere aktarımı gibi. Bir devlette farklı milletten insanlar olabilir veya bir milletin mensupları farklı ülkelerde de yaşıyor olabilir. Yani millet için ayni toprakta yaşamak şart değildir. Örneğin Fransa’da yaşayan bir yunanlı nerelisin veya hangi millettensin sorusunu Yunanım diye cevaplar. Fransızım demez. Bugün dünyanın her yerine dağılmış olan ama anavatanı Kıbrıs olan Türkler de ayni şekilde bu sorulara Kıbrıslı Türküm yanıtını verirler. Bu da, etnik kökenin bu konudaki öneminin bariz bir göstergesidir. Bu yüzdendir ki millet tanımı ayni kökenden gelen, ayni kültürü paylaşan, ayni yapıya sahip olan toplumlar için de kullanılmaktadır.

 Ulus:  Millet ve ulus, günümüzde en çok karıştırılan kavramlardandır. Oysa ikisi farklı şeylerdir. Ulusu millet kavramından ayıran en önemli özellik onun millet içerisinde yer alan maddi ve manevi değerlerin dışında da vatan bağlayıcılığının şart olmasıdır. Vatan, ulus olabilmek için aranan ilk unsurdur. Ulusun devlete sahip çıkma bağı fazladır. Ulus içindeki en önemli kavram vatanseverliktir.

                                                       *******

Bu kavramları kendi yaşadığımız yere, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine uyarlamaya çalıştığımızda ne yazık ki belirsiz sonuçlara varıyoruz. En başta Devlet kavramına uymuyoruz. Çünkü devlet olmanın en önemli şartı başka devletler tarafından tanınmaktır. Oysa biz tanınmıyoruz. Bu da devlet olmadığımızın en başta gelen kanıtıdır

Millet miyiz?  Örf ve adetlerimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz yönüyle milletiz ama dünyanın her tarafına yayılmış, kendi ülkesine pek de yararı olmayan bir milletiz. Hele son yıllardaki taşıma nüfusla karışmış olmaktan ve azınlıkta kalmaktan dolayı sahip olduğumuz manevi değerlerimizi bile unutmuş bir milletiz.

Ulus /Devlet miyiz?. Değiliz.. Ulus devlet olmanın en önemli özelliği vatan toprağı ve vatanseverlik olduğuna göre bizde o evsaf da yok.  Mecburen doğduğu yeri terk eden ve şimdiki yerini yadırgayıp benimsemeyen insanların da yaşadığı bir toprak parçasına vatan demek ne kadar abesse; bu toprak üzerinde yaşayanların da vatanseverliğinden bahsetmek o kadar abestir.

Bana göre biz aslında, Güney Kıbrıs’la Türkiye Cumhuriyeti gibi aleyhimize çalışan iki irade arasında sıkışıp kalmış; hangi birine meyledeceğine karar veremeyen; karar verse bile ikisinde de huzuru bulamayacak olan talihsiz bir toplumdan başka bir şey değiliz. En büyük şanssızlığımız da bu iki iradenin haksız uygulamalarına cevap verecek, kendi, halkını savunacak bir siyasi iradeden yoksun oluşumuzdur. Bunun da sebebi bizi temsil etme yetkisi verdiğimiz kişilerin olur olmaz her yaptırıma el pençe divan durarak, başlarını öne eğip şükranlarını sunarak onursuzca onaylamalarıdır. Oysa Türkiye’ye onların güneydeki tek kalesi olarak bizim söyleyecek çok sözümüz olmalıydı ama artık geçmiş ola. Aslında biz halk olarak en büyük ihaneti kendi idarecilerimizden gördük. Büyük lâflar etmeyi çok iyi beceren bu zatı muhteremlerin maalesef koltuklara oturduktan sonra en iyi yaptıkları şey sadece kurdele kesmek, panayırlarda boy göstermek ve ceplerini doldurmak oldu.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.