BİTMEYEN KOMEDİ VE AKTÖRLERİ...
Ediz TUNCEL
03 Mart 2017 Cuma 09:28
Adamın biri, ismi önemli değil, üç kuruş ekmek parası kazanacak diye çalıştığı yerde birkaç metreden düştü, ciddi şekilde sakatlandı, ne dalağı kaldı ne ciğeri, iki sene süründükten sonra vücudu iflas etti ve hayatını kaybetti...
Bu adamın bu şekilde ölmesine, daha doğrusu öldürülmesine, zemin hazırlayanlar, vesile olanlar dönüp de arkasına bakmadı bile...Kimse de ilkel ve emniyetsiz iş şartlarında bu adamcağız nasıl yaralandı, nasıl hayatını kaybetti diye sorgulamadı, hesap sormadı...
Adam pisi pisine gitti...
Bir diğeri inşaatta 13 metreden düştü ve kemikleri hurdaya döndü...
Bir başkası, beton mikserininin içine düştü, kıymaya döndü...
İlgili Bakan, “ne yapalım, işyerlerini denetlemeye kalkarsak bütün iş yerlerini kapatmak zorunda kalırız” deyiverdi...
Bu lafın diğer türlü Türkçesi, “kusura bakmayın, iş yerlerinin başıbozuk şekilde çalışmasına göz yummak zorundayız”dır!
Bir zamanlar lise yıllarında tatillerde Lefke’den Lefkoşa’ya gelir, inşaatlarda ve sanayi bölgesinde inşaat malzemesi üreten fabrikalarda çalışırdım, bir sonraki senenin okul masrafını çıkarmaya çalışırdım...
Adamın birinin ayağı göz göre göre elektrik kaçağından veya hatalı bağlamasından kaynaklanan bir sorun yüzünden (temizlik işlemi sırasında emniyet tedbiri olarak tarafımızdan elektrik kesik olmasına rağmen makine çalıştı) kare şeklinde mermer yapan makinenin içinde preslendi, çatır çatır kırıldı, iş yeri sahibi sadece adama sövdüğüyle kaldı, adamı hastaneye biz kendi imkanlarımızla götürdük, kimse bu kaza nasıl oldu diye sormadı...
Daha 7-8 yaşlarındayken tatillerde Lefke bölgesinde evimin yakınlarındaki portakal paketleme fabrikalarında sabahtan akşama portakal paketler, kasaları çark üzerinde sıraya dizerdim...
Birçok okul arkadaşım da oralarda çalışır, harçlığını çıkarmaya bakardı...
Çoğu büyük işçilerin dikkatsizliklerinden ve işverenin gerekli emniyet tedbirleri almamasından kaynaklanan birçok irili ufaklı kazalar yaşadık, kimse bu kazaların hesabını sormadı.
Bir keresinde, orta 1’e gittiğim yılın yaz ayında, bir fabrikada çalışırken salak bir işçinin forkliftle dolu kasalara çarpması ve kasaların geriye doğrulması neticesinde bir arkadaşım toplamda yüzlerce kiloyu bulan portakal kasalarının altında kaldı, ancak mucize eseri sadece vücudunda oluşan eziklerle kurtuldu, bir diğeri de kasalar kendisine çarpmasına rağmen ufak tefek yaralarla kurtuldu...
Kasaların altında kalan şimdilerde polis olarak görev yapıyor, diğeri yurt dışında...
Bir keresinde kereste fabrikasında çalışırken hizar makinesi dediğimiz ve dakikada bilmem kaç bin devirle dönerek kütükleri parçalara ayıran dev bıçkı makinesinin bıçkısı metal yorgunluğu nedeniyle top patlamasını andıran bir patlama sesiyle koptu ve hem beni hem de diğer işçiyi milimetrik payla sıyırarak savruldu gitti, sadece kazağımın karın kısmında uzunca ve kusursuz bir kesik bıraktı...İki santim daha yakından geçseydi, barsaklarımı elime alacaktım...
Kopan kayış kaynaklandı, yeniden kullanıldı, yeniden aynı şartlarda koptu...
Bu iş böyle yıllarca devam etti, ta ki üniversite yıllarına kadar.
Bir Allah’ın kulu da bu çocuk işçilerin bu ağır işlerde ne işi var demedi...
Bir Allah kulu da yıllarca fabrikalarda çalıştığım sıralarda denetlemeye gelmedi, nedir bu rezil iş şartları demedi...
O günden bugüne de zırnık birşey değişmedi, sömürenler ve sömürülenler düzeni aynı şekilde devam etti...
Bunlar gibi sayısız örnekler var, ama bizim “çakma devletin” çakma yetkilileri ve çakma siyasileri iktidar koltuklarına oturduklarında, ve keza, bu çakma devletin üç kuruşluk menfaat uğruna kendi ve çocuğunun geleceğini de satmakta zırnık tereddüt etmeyen, laf ola cebinde mandıradan öteye hükmü olmayan KKTC kimliği taşırken ve kendi yarattığı düzene söverken Rumun verdiği Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğiyle dünyanın her yerinde keyif sürebilen çakma vatandaşları (istisnalar kaideyi bozmasa da...) da her sandığa gittiklerinde bu rezilliğin bu şekilde devam etmesine göz yumdu...
Değişen birşey yok dedik ya, açın bakın gazete ve internet haber başlıklarına: İş ve trafik kazalarında yaralananlar ve ölenler manşetlerde amma, toplanamayan Meclis’in ne işe yaradığı belli olmayan vekillerinin derdi koltuğu kollamak ve seçim!
Seçim dedik de, seçime gitmek değil dertleri...
Seçildikten sonra bir daha mümkün olduğunca seçime gitmemek ve vekilliği ve bakanlık koltuğunu koruyabildikleri kadar korumak...
O koltuklar uğruna, ki buna belediye başkanlığı koltukları da dahildir, bütün memleket feda edildi, yetmedi, canlar ciğerler çocuklar da feda edildi...
Daha iki ay önce çocuklarımızın bir manyak tarafından sabahın köründe paramparça edildiği yolda, sözüm ona, sabahları belli saatlerde kamyonlar gidemez diye Bakanlar Kurulu kararı alındı...
Kimse sallamadı, yetmedi, tüm ülkede o saatte kamyonlar yollarda sokaklardadırlar ve düpedüz terör estirmektedirler...
Bu kafayla gide gide kim takar sizin hükümetinizi, kim takar sizin devletinizi hesabında bir gidişat...
Vatandaşı sorumsuz ve doyumsuz, hükmedeni sorumsuz ve doyumsuz, tam anlamıyla başıbozuk, tam anlamıyla açık hava tımarhanesi bir memleket...
Bazen “topla çantayı, defol git şu lanet olası yerden” diyor mantığım...
Diğer taraftan, “dur, burası senin memleketin, defolup gidecek biri varsa o da bu güzelim memleketi bu hale getirenlerdir diyor” yüreğim...
Ne gidebildik, ne de kalabildik...
Ne kabullenebildik, ne pes ettik, ne de kazandık...
Ne yazık ki, ben ve benim gibi olanlar, yıllar yılıdır tarifsiz bir tutkuyla bağlı olduğu sevgiliye “seninle bile sensizlik daha yakında” deyip duruyoruz, ayrılığa bir türlü karar veremiyoruz...
Bitmeyen bir komedinin aktörleriyiz...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.