25 Ekim 2024
  • Lefkoşa21°C
  • Mağusa24°C
  • Girne24°C
  • Güzelyurt20°C
  • İskele24°C
  • İstanbul15°C
  • Ankara9°C

BIÇAĞA YUMRUK VURANLAR…

Kıvanç BUHARA

09 Aralık 2014 Salı 07:55

Rahmetli dedem derdi ki; “- Fıkra ile şakanın olduğu yerde, muhalefet vardır. Açıkça tenkit edemeyenler, şakalaşır, güldürür, öyle muhalefet eder!” Dedemle köy kahvesine birlikte giderdik. Bize lokum ısmarlardı. Unlu lokumlarımızı yedikten sonra kahveciye: “- çocuklara gül suyu da getir!” diye seslenirdi. Kahveci, orta yaşlı, biraz kamburca bir adamdı. Sigaradan, sağ el parmakları ve beyaz bıyıkları sapsarı idi. Önünde, bozuk paraları koyduğu, kirli bir sakulli (*) bağlıydı. Dedemin önünden tepsiyi alırken; “- Baş üstüne Cemal usta; fıkra anlatırsan çocukların gül şurupları bendendir! “ dedi. “- Tamam be Fikri usta, söyle uşaklara etrafımda toplansınlar.” Hasır iskemlesini alan “uşaklar” dedemin yanına gelirlerdi. Biz de iki yanına sokulur, yeleğinin uçlarından tutar, can kulağımızla anlattığı fıkraları dinlerdik. “- şimdi iyi dinleyin ve kıssadan kendinize hisse çıkarın” diye başlardı anlatmaya! “- Çook eski zamanlarda, Türkiye’de İstiklal Harbinden hemen sonra, halkı aydınlatmak ve yeni kurulan Cumhuriyeti tanıtmak için, Gazi Paşa, Muallim Mekteplerinin (**) açılmasını ve yetiştirilecek muallimlerin Anadolu köylerine tayin edilmelerini emreder!” Burada sözünü kestikten sonra, tek tek köylülerin yüzüne baktı. “- İyi dinleyin, sonra suallerime cevap isterim, ona göre” dedi. Köylüler iskemlelerini oynatarak, dedeme biraz daha yaklaştılar. “- Eee, Gazi Paşa’nın emri emirdi. Derhal bütün büyük şehirlerde muallim mektepleri açıldı. İki yıllık bu mektepleri bitiren talebeler, Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez köylerine tayin edildiler. Oralarda cahil imamların astığı astık, kestiği kestik. İşte, yeni mezun bir genci, Anadolu’nun çok uzak bir köyüne gönderirken, hocası ona derki: “- Evladım, sana öğretmediğim bir ders kaldı, yola çıkmadan önce, sana onu da öğreteyim, öyle git gideceğin yere!” Genç öğretmen hocasına: “- Öğrenmediğim ne kaldı hocam?” diye sorar. Hocası:”- İlmi siyaset(*) “ der. “- Ben siyasetten ne anlarım ki, hocam. Bırakın gideyim, bir an önce vazifeme başlamak istiyorum.” “- Peki, git! Ancak bir gün başın sıkışır, zor durumda kalırsan, bil ki; ilmi siyaseti okumadığın içindir.” Köylüler, hiç duymadıkları bu ilmi siyasetin ne olduğunu bir an önce anlamak istercesine hem birbirlerine hem de dedeme bakarak dudak büktüler. İçlerinde biri: “ – Nedir Cemal usta bu siyaset miyaset, vallahi annayamadık?” Dedem biraz kızarak: “- E, çatlama, bekle anlatacağım!” “- Genç muallim yola revan olur. Günlerce katır sırtında, o köy senin, bu köy benim derken, tayin olduğu köye vasıl olur. Köylüler, bu değişik giyimli, pak elbiseli gencin kim olduğunu öğrenmek için etrafını sararlar. Köy imamı, gencin köye tayin edilen muallim olduğunu öğrenince, içinden “ işte, beklenen iblis geldi, bunu buralardan def etmek lazım” diye düşünür.” Köylüler dedemi pür dikkat dinlemekte… İçlerinden biri ilk soruyu sorar: “- Gerçekten iblis miydi bu genç muallim?” Dedem biraz sesini yükselterek “- Bekle, sonunda anlayacan kimin iblis olduğunu” dedi. İmam: “- Hoş geldin muallim efendi; yarın Cuma namazına bekleriz, gelirsin inşallah!” Dedem devam etti… “- Ertesi gün, Cuma hutbesinde imam, Atatürk’e ve Cumhuriyete verir veriştirir. Gazi Paşanın dinsiz, allahsız bir kafir olduğunu söyleyince, geç muallim dayanamaz ve yüksek sesle cemaate seslenir. “- ey cemaat, bu sizin imam cumhuriyet düşmanıdır. Yalan söylüyor, ona inanmayın” der. İmam çileden çıkmıştır. “- İşte size yıllardır bir gün gelecek, bizi dinden imandan edecek dediğim şeytan budur. Vurun, öldürün” diye cemaati kışkırtınca, olanlar olur; genç muallimin saçı başı yolunur, yediği dayaktan yüzü gözü morluklar içinde, ertesi gün köyü terkeder. Köylülerden biraz daha yaşlı olanı söze karışır: “- Gördünüz mü, kara cehalet medeniyet istemez!” Genç öğretmen; Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, İstanbul’a hocasına gider ve başından geçenleri anlatır. Hocası: “- İlmi siyaset dersini öğrenseydin, bunların hiçbirisi başına gelmeyecekti” der! Siyaset ilmini de öğrenen genç, kılık kıyafet değiştirir, saç sakal iki karış, aynı köye gider. Cuma hutbesinde aynı imam Atatürk’e küfretmektedir. Hutbe sonunda cemaate seslenir; “- Ey cemaat ben diyarı Türkistan’ı, diyarı Hindistan’ı gezdim, bu sizin imamınız kadar bilgili, mübarek bir zat daha görmedim. Her kim ki saçından sakalından bir kıl çeker, cennetlik olur” deyince, imamın başına gelenleri siz hesap edin…” Bu hikaye de böyle, sevgili dostlar! Siyaseti öğrenemedik, bıçağa yumruk vurduk hep… Yalan söyleyenler, yalakalar her zaman kazandılar. Doğrudan yana olanlar hep kaybetti. (*) Kıbrıs’ta kahvecilerin bellerine bağladıkları iki gözlü küçük para heybesi. (**) Öğretmen yetiştiren okul.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.