BADEM AĞACI VE BARIŞ ARAYIŞI
Oshan SABIRLI
12 Temmuz 2016 Salı 08:10
İnsan kalabalıkları içinde aniden karşıma çıktı “badem ağacı”.
Yasemin kokulu Lefkoşa hikayeleri dinlerken, badem ağacı veya Kıbrıs ağzı ile bir padem hikayesi bulmayı bekliyordum.
Kalbimizdeki kırgınlıklar, yaşadığımız gelgitler, kime güvenmeli, kime lanet etmeli diye sorgularken yeni bir başlangıç buldum kendimde.
Hani zaman zaman farklı siyasetçilere “Denktaşlaştı” yorumları yaparken Denktaşlaşmaktan korktum kendimce.
Hani çözümsüzlüğün tam kalbinde belirsizliği yaşarken, tüketirken kendi hayatlarımızda bir şeyleri, Ahmed’in hikayesi beni uzun uzun düşündürdü.
Kitap 2015 yılında çıkmıştı.
Oysa bizim yolumuz hiç kesişmemişti bu varoluş savaşının romanı ile. Yine de kendimden birçok şey bulurken barışın nasıl olduğunu sorguladım “Badem Ağacı”nın hikayesinde.
Artık okuduğum kitaplardan keyif almıyorum.
İşin içinde siyaset ve politika varsa, ne yandan olursa olsun “yanlılık” düşündürüyor beni.
“Badem Ağacı” Ortadoğu coğrafyasında mayın tarlaları arasında, Gazze Şeridi’nde, Filistin, İsrail çelişkisini anlatıyordu.
Bir ağacın gölgesi nasıl bu kadar çok anı ve acı barındırabilirdi.
Roman öyle bir tek Filistinlilerin özgürlük hikayelerini falan da anlatmıyordu. Herkesin bir olmadığını, kötü insanlar arasında dünya iyisi insanların da olabileceğini, önyargıları terk ettiğimizde, insanları tanımaya çalıştığımızda aslında düşmanlıkları da yenebileceğimizi dile getiriyordu.
Aşkın tanımını yaparken, kibir, öfke, inanç ve azim, kin ve düşmanlık gibi kavramlar bir potada okuyucu ile buluşuyordu kitapta.
El ayak çekilince, sıcak yaz gecesinin esintisinde saat 00:30’u göstermişti. Ayaklarımı uzatmış ve balkonda romana başlamıştım. Aslında yazar Michelle Cohen Corasanti’nin ismini dahi duymamıştım.
Kitabın ismi beni kendine çekmişti ve sonrasında klasik kitap arka kapağı bilgilendirmesinde çağırmıştı beni Ahmed’in hikayesi.
Eskiden kitap üzerine karalama yapmaktan korkardım. Oysa kitabı daha da anlamlı kılanın, yıllar sonra, okurkenki ruh halimde çizdiğim satırlar ve aldığım notlar arasındaki “ne düşünmüştüm acaba” hissiyatının bir armağan olduğunu fark ettim eski kitaplarımda.
Yaklaşık 350 sayfadan oluşan kitabın 250’nci sayfalarına geldiğimde saat 04:00’e yaklaşmıştı. Ezanın sesini duyduğumda, “vakit uyku vakti” dedim kendime ve sessizce yatağa uzandım. Gün boyunca yarım kalan hikayenin sonunu düşündüm. Geceyi iple çektim. Kaldığım yerden başlamak için yeniden “Badem Ağacı”na merhaba dediğimde roman bitiverdi bir anda.
Ortadoğu’yu düşündüm. Derken ülke coğrafyam, yaşanan acılar ve kimliklerden soyunup daha geniş perspektiften bakmanın önemini bir kez daha hissettim.
Kıbrıs’ta yaşanan çatışmalarda farklı kayıplar yazılmamış hikayeler var. Kimi yönlerden paralellilik gösteren kesitler olsa da bizim hikayelerimizle romanda bahsi geçen oların hikayelerinde, barışa ulaşmak adına daha umutlu olduğumuzu fark ettim.
Hele geçtiğimiz günlerde Kıbrıslı bir Rum ile evlenen Kıbrıslı Türk dostumu düşündüm. Üstelik sosyal medyadan yapılan bazı çok kötü eleştirileri anımsadım.
Barışı bizden çok gelecek nesiller hak ediyor. Kin ve öfkeden sıyrılıp, birbirimizi tanımak adına çalışmalıyız.
İşte o zaman birbirimizin farklılıklarını ve benzerliklerini anlarız..
***
“Barış güvenlik getirir… Güvenlik barışı getirmez”
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.