24 Kasım 2024
  • Lefkoşa14°C
  • Mağusa11°C
  • Girne17°C
  • Güzelyurt13°C
  • İskele11°C
  • İstanbul5°C
  • Ankara3°C

ARSA, FUTBOL VE ADAM OLACAK ÇOCUK

Mesut GÜNSEV

22 Aralık 2014 Pazartesi 18:21

Bu haftanın öyküsü İstanbul’dan benim doğup büyüdüğüm Kadıköy’ün en eski yerleşim yerlerinden biri olan Yeldeğirmeni’nden geldi. Nadir Kalbinur‘dan. Nadir, adı gibi ender, nadir;soyadı gibi kalbi nurdan benim 60 yıllık çocukluk ve mahalle arkadaşım. Nadir denizci olan babasını çok erken kaybetti, hem okudu hem çalıştı, yaşam savaşına erken başladı. Çok iyi oynadığı futbola da erken veda etti. Ford Otosan’daki  başarılı hizmet yıllarından sonra emekli oldu. Hala Kadıköy’de yaşıyor.. Milliyet Gazetesi’nin bloğunda köşe yazarı… Geçenlerde bana tam da “hakketmediğim” övgü de içeren bu yazıyı yolladı… Ne kadar sevindim… Eski günlerimize gittim, gözlerim yaşardı… Bu günkü çocuklar mahalle içindeki “arsa “ kavramını bilmez. Nadir, o küçük “arsa”nın bizim ve mahallemiz için önemini de o güzel kalemi ile bugünü de irdeleyerek kaleme almış…Nadir, bana da “adam olacak çocuk” demiş…”Adam “olmaya hep çalışmışımdır…Ama zor tam bir “adam” olmak…Beni o gözle görmüş sevgili kadim dost Nadir Kalbinur,sağ var olsun…. “Bu köşenin yazarının kitaplarda yazdığı, dergilerde anlattığı  hayat serüveninde yaşadığı unutulmaz  insanlar, olaylar, ve mekanlar vardır.   Akıcı üslubu ile  zevkle okursunuz. Şayet kendisine yakınsanız,  bunları  zevkle dinlersiniz.  Yine de doğup büyüdüğü Kadıköy’deki Yeldeğirmeni semtinin, onun gönlünde bambaşka bir yeri vardır. Birçok özelliği olan bu semtin  bugün insanların ilgisini çeken eski  tarihi binalarının  yanında, geçmişte 500 metrekare bir yerde birbirine yakın yapılanan cami-kilise ve sinagogu  ile müslüman, ermeni, yahudi,  halkıyla müthiş bir hoşgörü ve dayanışma  kültürü vardı. Bizim çocukluğumuzun geçtiği 60 lı yıllarda orta gelirli insanların yaşadığı ve hemen her evden birisinin Haydarpaşa’da demiryolcu olarak çalıştığı,  bir  diğer çocukluk arkadaşımız mimar Arif Atılgan’ın 50 yıl sonra kitabını yazdığı Haydarpaşa garını inşa eden Alman'lar tarafından kurulan unutulmaz  bir şirin semtti Yeldeğirmeni. Bu köşenin yazarı gibi biz de bu semtte büyüdük.  İlginç olan, hayatımızın çok büyük bölümünde yer alan ve bu yazıya konu olan ARSA’mızda hemen hemen onun evinin karşısında olmasına rağmen, onun bu arsada hiç boy göstermemiş olmasıydı. Türk Silahlı kuvvetlerinin şerefli bir mensubu olduğu için  o şimdi benim komutanımdır. Benim nazarımda lakabı komutandır.  Köşesinde yazdığı  her yeni yazıyı  bana gönderdiğinden,   sizden önce okurum onları, merakla da yenisi beklerim. ''Yahu komutan be'' dedim geçenlerde..  Şu arsada seni bir gün top oynatamadık.  Bırak oynatmayı,  o sıralar Melahat Pars’tan musiki dersleri alan, az ilerde oturan  ama o zamanlar  hiç şöhreti bulunmayan Bülent Ersoy bile n’oluyor burada deyip, ara sıra gelir bize bakardı, sen onu bile yapmadın.  Sana inat  şimdi köşende bir futbol yazısı yazsam yayınlar mısın?. ''Niye olmasın?. Bekliyorum'' diye bir cevap gelince,  bize de anlatmak düştü ARSA mızı.. Kadıköy'ün arka bahçesi denilen Yeldeğirmeni semtimizde eskiden de açık alan yoktu.  En yakın yer o zamanlar henüz betonlaşmamış olan  komşu Acıbadem’in boş yeşil alanları  ve  içinde futbol sahası da olan, üst taraflarında hafta sonu  ailece piknik yapılan  İbrahimağa çayırı idi. Nasıl olduysa boş kalan bir arsa  tam  da Mesut’ların evinin karşı tarafında, tren yolu kenarında iki  tarafında evler olan,diğer iki tarafı boş,  4 kişilik 2 takımın oynayabileceği büyüklükte  bir top sahası idi Top sahası demek de olmazdı, hafif kalırdı. o tarif.  Orası bizim Wembley’imizdi adeta.  Bizden önce 3 kuşak burayı top sahası olarak kullanmıştı.  1959 da burada potalı direkler vardı ve mahallelerin  basket takımları vardı.  Mahalle halkı akın, akın basket maçı seyretmeye giderdi.  O yıllarda bu arsada böyle bir kültür vardı.  Bizim jenerasyon ise orada futbol oynadı. Orada büyüdük. Top oynaya, oynaya büyüdüğümüzü fark ediyorduk.  Büyüdükçe oyun şeklimiz  de olgunlaşıyordu. Zaman, zaman bulamadığımız, bazen de zor bela bulduğumuz, halde, şişirmek için  pompa bulamadığımız, kafa vurduğun zaman başını acıtan memeli topumuz  sıkça yandaki tren yoluna kaçardı.  Onun da kuralı ‘’atan terler’’di.  Dikenli teller kaldırılır,  altından  2-3 metrelik yükseklikten tren yoluna inilirdi. Arsada oynayan acemilerden birinin  topu tren yolunun diğer hattındaki karşı Paris mahallesine attığını da görmüştük!.. Siboplu top devri başlayınca  onu şişirmek için  semtin iyilik meleği, tek doktoru Bitran'nın yeni aldığı  Consul marka  otomobilin  (ki semtin ilk özel otomobilidir)  lastikleri imdadımıza  hızır gibi yetişirdi. İyi akıl etmiştik!. Semtin 1951 den beri federe olan amatör takımı Yeldeğirmenispor için  bu arsa  önemli bir kaynaktı . Bizi seyreden semtin büyüklerinin tavsiyeleri   ile  semt takımında daha küçük yaşlarda lisansımız çıkar  zaman, zaman kadroda yer bulur,  İstanbul’un  Ali SamiYen dahil, Vefa,  Şeref Stadı, Beylerbeyi, Alibeyköy,  Dereağzı gibi  çeşitli statlarında oynar ama arsamızdan, asla vazgeçemezdik.  Burası ayrı bir dünya idi bizim için. Oynarken eğlenirdik. Önceleri kalecili oynardık  Sığardık çünkü oraya. Bu nedenle buradan bir çok futbolcunun yanında iyi de kaleciler yetişmiştir. Mesela önce Taner Carin  bu arsadan yetişip, yıllarca Mersin İdmanyurdu’nda  kaleci oynamış daha sonra da Şükrü Ulaş aramızdan  yetişip,  Beşiktaş A takımının  kalesini korumuştu. Bu arsadan yetişen futbolcuların  en şöhretlisi de  halen hayatta olan Türk futbolunun en önemli futbolcularından olan Fenerbahçe’li Halit Deringör’dür. Semtin şöhretli bir diğer ağabeyi Fenerbahçe'nin  milli sağbeki  Nedim Günar'ın da bu arsadan yolunun geçtiği muhtemeldir. Hafta sonları sabah başladığımız maç biter, yeni takımlar yapar, bir başka maça bakardık.  Yaz kış fark etmezdi. Kışın  susuzluktan ağzımızın kuruduğu vakitler imdada omzundaki tahtaya sarkıttığı  sepetlerle çıkma meyve satan Jak yetişirdi.  Jak’ın  mandalina, portakalları ile hem susuzluğumuzu  giderir hem açlığımızı bastırır, sonra yeniden  oyuna devam ederdik.  Para varsa veriridik 3-5 kuruş Jak’a. Yoksa bir dahaki sefere veririsiniz derdi.  Deri ve içi kürklü, kulaklı şapkasının bağları açık, seyrek dişli,  gençlerin dostu bir insandı Jak. Hafta arası  ise okul çıkışı başladığımız maçlarda yenişemezsek, birileri evden çağırılana kadar  ay ışında devam ederdik maça. Büyüdükçe halkın ilgisi de artmaya başladı oyunlarımıza.  semtin  Hasan amcası sırf biz kötü alışkanlıklar edinmeyelim, arsada spora devam edelim diye özel olarak minyatür kaleler yaptırmış, müstakil evinin altındaki kömürlüğe koymuştu. İstediğiniz zaman alın demişti ama bir şartı vardı;  bitince tekrar yerine koyun. O kalelerde oynamanın da zevki başkaydı. Adeta iğne deliğinden topu geçirip, ağları havalandırmak başka bir keyif verirdi.   Tam bir ekip ve yetenek işiydi bu oyun .  Bu yüzden bu işi iyi öğrenmiştik. Pazar günleri  ahali  maçlarımıza ilgi gösteriyor, semt merkezindeki Nedim abinin kahvesinin müdavimleri de  arsamıza akıyordu. Yaşça büyüklerimiz ve az çok semtte şöhret yapmış  isimler de  arsanın cazibesine katılıp boy göstermeye başlamışlardı. Biz bilemezdik. Bu köşenin yazarının   1967 de Türk Silahlı kuvvetlerine katılıp  semti terk ettiğini.  Dedim ya, adam olmayı kafaya koymuştu. Onun dünyası ayrıydı  belki ama  ne semti, ne arsayı unutmamıştı yinede. Aradan  45 yılın üstünde zaman geçti. Neredeyse  bir ömür.  İstanbul’a son gelişinde  buluştuk. Anıları yaşadık.  Sonra hala sahibi olduğu  evinin karşısındaki  arsamıza,bizim Wembley’imize baktık. Arsamız yoktu.  Üstüne konan sevimsiz bir bina,  semtin tek spor alanını  çocuklardan, yarının futbolcularından koparıp almıştı.  Geride  kalan, sadece hayatta kalan bizler yaşadıkça hatırlanan güzel hatıralardı. Orası bizim için  sadece bir futbol mabedi değil,  dostlukların da yaşandığı, gençlerin kaynaştığı, paylaşmayı ve yarışmayı öğrendiği,  okulda olanların anlatıldığı, pozisyona göre esprilerin yapıldığı, hatta  civardaki kızlarla  platonik, masum  ilk aşkların da yaşandığı  kutsal bir beldeydi adeta. Bugün  onca çim veya sentetik güzel sahaya,  kulüplerin yaş grubu takımlarına, yumuşacık ayakkabılarına,  ipek formalarına, güzel toplarına  rağmen futbolcu yetişmiyorsa,  kulüp takımlarımız veya ulusal takımlarımız  Avrupa ve  Dünya şampiyonalarında onca imkana rağmen  bir türlü başarılı olamıyorsa  işte sebebi, memeli topla da olsa, lastik ayakkabı veya beli iple bağlanmış pantolonla oynadığımız ama top oynamayı da öğrendiğimiz  o arsaların  binalara dönüşmesinden , yok olmasındandır. .Artık onlara imkan sağlamayan “Hasan Amca”ların olmamasındandır. Semtteki arsada  yetişen futbolcu başkadır.  Arsada  yetişen futbolcu  kimsenin etkisi altında kalmadan bireysel yeteneklerini özgürce geliştirir.  Çalım atışı  bile bir başka zarafettir. Toprakta,  çamurda her türlü şartlarda yetişmiştir.  Topun zerresini de, göndereceği adresi de ezberlemiştir. Bugün Beşiktaş futbol kulübün başında spor uzmanlarının da başarılı bulduğu Slaven Biliç isimli  46 yaşında aynı zamanda müzisyen olan bir Hırvat Teknik adam var.  Yakın bir zamanda kendisini anlatan bir röportajını okudum. Maçlarda, takım elbise ile, başında beresi ile, kimi zaman üst baş perişan bir görüntüyle  köyün delisini andıran bu adam sanki  bizden birisi. '' Bizim zamanımızda  herkes aynıydı. Belki yoksulduk ama kooperatif evlerinde yaşadığımızdan, tüm çocukların ücretsiz olarak yararlandığı, spor alanları mevcuttu. Bu yüzden mutluyduk ''  derken işte tam bizi, bizim yetiştiğimiz ortamı, bizim arsamızı anlatıyordu. ‘’Söyle bakalım komutan’’  diye sordum Mesut’a.  Bizle oynamadın tamam da, hiç mi oynamadın arsada? ''Bir keresinde'' dedi  Oynuyorlardı, adam eksikti. ''Sen geç kaleye''  dediler', geçtim dedi. Genelde adam eksik oldu mu etrafta kim varsa  idareten alınırdı oyuna. (Öyle oyuna kontenjan eksikliğinden alınıp, keşfedilenler de  olurdu ) . Mesut'u  kaleci yapmışlar demek ki… Gelen, giden gol oluyordu diye anlatıyordu.  ''Ohhooo''  diyordu. tüm sevimliliği ile.  ''Ben  oynamaya devam etseydim yediğim gollerden İbrahimağa sahasına yol olurdu?.'' Bastık kahkahayı.  Aslında belli de olmazdı. Dedik ya,  o adam olacak çocukmuş.. Anlamadık birader.. Bizi attığımız goller kurtaramadı, onu yediği goller kurtarmış!. Böyle de bir paradoks vardı. . . Biz memeli topun peşinde  koşturup kafamızı, gözümüzü yarıp, tren yollarında topu ararken, akşam eve gidip, üstüne üstlük,  ‘’yine mi top oynadın ‘’ diye bir de  fırça yerken,  Mesut'un , yürüyerek gittiği lisesinden  tramvay paralarından tasarruf ederek biriktirdiği 3-5 lirayla güç bela bulabildiği Varlık yayınları peşinde kitapçı  kitapçı dolaştığını nerden bilebilirdik ki?. Kulvarlarımız ayrıymış ama ''adam olacak çocuk'' ile gönüllerimiz aynıydı.” Selam olsun sevgili kardeşim Nadir Kalbinur’ a ve o güzel çocukluk yıllarımıza… mesut          

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.