15 HAZİRAN SONRASI NE OLUR...
Ediz TUNCEL
28 Mayıs 2015 Perşembe 09:34
Bugün hükümet uluslararası politikada yakında gideceği belli olan siyasiler ve hükümetler için kullanılan tabirle, “topal ördek” pozisyonuna düşmüştür. 15 Haziran 2015 tarihinden sonra yeni bir sürece girilecek, ancak hükümet ve Başbakan gider ayak bazı icraatlar yapmaktan da geri durmuyor. Başbakan kendi partilisi ve ataması Kıb-Tek’in başındaki İsmet Akim ile arada bir atışıyor, tutuşuyor. Başbakan’ın “Kıb-Tek’e gelirken LED lambanın bile ne olduğunu bilmiyordu” dediği İsmet Akim de Başbakan’ın parti içindeki ve kamuoyu nezdindeki pozisyonunu bildiği için kafa tutmaktan geri kalmıyor, hakkındaki suçlamalara da, bu memlekette yapanın yanına kar kalır zihniyetinin taş gibi oturduğunu bildiğinden olsa gerek, kesinlikle cevap vermiyor. Herkes Başbakan’ın lafının üzerine atladı ve manşete taşıdı ama kimse “madem LED lambanın bile ne olduğunu bilmiyordu, bu adamı bu göreve niye atadın” diye de kimse sormadı... Başbakan’ın gider ayak son icraatı, Mete Tümerkan’ı BRT Müdürlüğü görevinden almak oldu. Müdürlüğe atanırken “neden atandığını sorgulama derdine ve zahmetine hiç düşmeyen, ama görevden alınınca isyanları oynamaya kalkan” Mete Tümerkan da görevden neden alındığını bilmek istediğini açıkladı. Arada gider ayak görevden almalar ve atamalar devam etti. Aslında bu örnekler partizanca atamaların ne kadar rezilane sonuçlar doğurduğunun apaçık örneklerinden başka birşey değil. Bir düşünün, yıllardan beridir partizanca müdürlük, müsteşarlık, yönetim kurulu üyeliklerine, bakanlıklara atanırken kimse “ben buraya neden atandım, bulunmaz Hint kumaşı ben miydim” diye sormuyor, sorgulamıyor, balıklama mevkiye ve koltuğa atlıyor, ancak bir sebeple, ki genelde o sebep de partizanca bir sebep olur, görevden alınınca isyanları oynamaya kalkıyorlar, tehditler savuruyorlar, masum melek rolüne kandilerini kaptırıyorlar, parti değiştiriyorlar, falan filan... Hem suçlu, hem güçlü, hem yüzsüz, hem terbiyesiz, hem utanmaz, hem arlanmaz olmak bu memleketin siyasi arenasındaki marifetlerin en büyüğüdür ve kimse de bunun aksini iddia edemez... 15 Haziran’dan sonra ise yeni bir döneme girilecek ve CTP’de taşlar eteklerden dökülecek. Çok büyük ihtimalle, bugün birçoğunun “Cumhurbaşkanı olmuş adamın parti başkanlığında işi ne” dediği ve süreci düz mantıkla eleştirmeye çalıştığı Mehmet Ali Talat, CTP’nin başına gelecek. Düz mantık bu memlekette deveyi bile güdemedi, yok ki siyaseti güdecek. Talat siyasetin her aşamasında bulunmuş ve zaman içinde eğriyle doğruyu görmüş biri olarak, CTP’nin başına şu an için geçebilecek en doğru isimdir. Başbakanlık makamına da, fazla lafazanlığa gerek yok, eğer CTP-DP koalisyonu devam edecekse, CTP’yi bir önceki seçimde birinci parti parti çıkaran ve iktidar koltuğuna taşıyan ve seçim sonrasında “kronik vakka haline gelmiş” CTPlilerin ayak oyunlarıyla pasifize edilen Sibel Siber gelmelidir. Geçici hükümet döneminde CTP-TDP-DP’den oluşan Sibel Siber hükümetinin 80 günde yaptığının yarısını bile bugünkü CTP-DP koalisyonu yapamadı, bunu teslim edelim. UBP’ye gelince, 15 Haziran’dan sonraki süreçte hükümette yer almayı rüyasında bile göremez. Son beş yıllık döneme baktığımızda siyasi rezaletler ve entrikalar konusunda şampiyonluğu kimselere kaptırmamak için özel uğraş veren bir parti konumundadır ve muhalefet adına yapabildiği tek şey Meclis’de rezalet çıkarmak, basında ise havanda su dövmektir. CPT ve DP ise siyasette beceriksizlik üzerine uzmanlaştılar ve şampiyonluğu kimseye kaptırmamaya ciddi ciddi niyetlidirler. Ancak ve ancak, CTP’de Talat başkanlığında bir değişim yaşanır ve artık “kronik vakka” haline gelmiş olmasına rağmen hala partinin en üst yönetim organlarında etkili olanlar tatlı tatlı (tatlı tatlı olmazsa acı şekilde olmalıdır) pasifize edilirse, CTP’nin biraz önü açılır, DP de ortak olarak kendisine biraz çeki düzen vermek zorunda kalır. Her iki partide de iyi niyetle görev yapmak isteyenler var, ancak mevcut siyasi düzen önlerini tıkamaktadır. Bu aşamada, eğer bir erken genel seçim olmazsa ve Meclis biraz daha “temizlenmezse”, “beter olsunlar” demek, kendi kendimizi de beterin beteri durumuna düşürmek için beddua etmek demektir. Umut edelim de, Kıbrıs sorununun nihayete doğru gittiği bu süreçte, eldeki mevcut siyasi dengeler biraz akılcı duruşla ayarlanır ve biraz toparlanır...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Detay Kıbrıs
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.